25 Ocak 2014 00:09

İkiz devleti saldım çayıra

İkiz devleti saldım çayıra

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Ülke gündemine birparalel devlet olgusu düştü ki gözler aydın olsun siyasal yaşamımız ve ulusal dilimiz “derin devlet”   söyleminden sonra yeni bir terime daha kavuştuğu için. İnsanımız dilini koruyamasa bile yeni terimler üretmede pek bir beceriklidir. Ne de olsa atalardan kalma bir özelliği ve de güzelliği var. ”Paralel devlet” , içinde yabancı bir sözcük barındırsa da bu becerinin en yeni örneği şimdilik. En eskisi de “devlet içinde devlet” sözü olmalı. Bütün bunlar gösteriyor ki derin de olsa, koşut da olsa devletin içinde başka bir devlet her zaman olmuştur, kimileri bilmezden gelse de.
Devletin paralelliği  üzerine yazan kimileri de Ümit Yaşar Oğuzcan’ ın “Ben sana paralel, sen bana paralel, paralel, paralel paralelli, taralel taralel taralelli”  şiirini alıntılayarak anlatmaya çalıştılar devlet içindeki devleti. Aynı şiiri on yıl önce Cumhuriyet Spor’ da yazarken kullanmıştım Ahmet Çakar’ın çakar çakmaz çakan sözlerinden birini anlatırken. ‘Topun yere doksan derece paralel gittiğini” söylemişti bir televizyon izlencesinde de ben de doksan derece paralellik üzerine düşündürmüştüm kendimi. İşte o sözün çözümünü ancak bugün o “paralel devlet” tanımında görebildim. Yani, yere doksan derece paralelliği ancak bugün anlayabildim. Demek ki paralelliğin ötesine geçilmiş, devletlerden biri halka doksan derece koşut, diğeri ise aynı yere tam koşut giderken çarpışma, çatışma, yani bir şey olmuş ve olaylar patlak vermiş. Koşutluk birbirine değil de başka başka yerlere olursa, yani 90 derecelik bir koşutluk olursa çatışma da olağandır, doğaldır falan filan yani. Ama o noktada olan da vatandaşa olmuş ”taralel, taralel taralelli” diye tutturası tutmuştur.
Garip olan bu oluşumu, yani paralel devleti  başkaları çaktırmadan kurmuş da kimselerin haberi olmamış gibi herkesin yakınması. Haberin ötesinde katkısı olmamış, birlikte kurmamışlar gibi. Yasaması, yürütmesi, yargısıyla devlet içindeki güçler birlikte yaratılmamış gibi.“Paralel devlet”  söylemiyle karşıdakini dışlamak, yabancılaştırmak hiç de yakışık alan bir şey değil bu durum ve koşulda.
Bence ortaklaşa kurulan bu devlet hiç de paralel değildir. Derin devlette olduğu gibi, devlet içinde devlette olduğu gibi doğrudan doğruya ikiz bir devlet vardır olayların içinde. Bir partiden çıkan iki hükümetin oluşturduğu ikiz devleti kendi bildikleri gibi ve birbirlerine dokunmadan yönetmeye kalkmışlar, biri yere doksan derece, diğeri koşut giderken neye uğradıklarını anlayamamışlardır. Sanki ana baba ölmüş, ortaklık bozulmuş ve ikizler mal paylaşımı derdine düşmüşlerdir. Ortalık da böyle karıştı işte. Yeşil alanlar da.
İyi de yeşil alanları karıştıran ikizin hangisidir? Ayaktopu karşılaşmalarında “Her yer rüşvet, her yer yolsuzluk” diye bağıran yandaşları içeri tıkmaya çalışan mı? 1453 adıyla çayır çimen üzerine adam kaydıranlar mı? Giysilerine Atatürk adını yazıp yeşil alana çıkan kulüp yetkililerini disipline gönderen mi? Afrikalı öndere saygılarını sunanları sorgulayan mı ya da. Düştükleri aymazlık, sapkınlık ve hayınlık uykusundan rabia korkusuyla uyananlar hangi ikizdir? Ayaktopunda anlaşmalı oynaşma (şike) yapıldığını kanıtlanmazken anlaşarak oynaştıkları gerekçesiyle birilerinin suçlanması kimin işidir? Yani ortada suç yokken suçlu yaratılmasından hangi devlet sorumludur?
Bir yığın kurum ve kuruluş adından; yetmemiş maden suyu şişesinden Türk adını kaldıranlar hangi devletti de bütün bunlar olurken irili ufaklı tüm ayaktopu karşılaşmalarında Türk’ün ulusal marşını okutanlar hangisi olmaktadır? Sanıyorum bu uygulama salt ayaktopu karşılaşmalarıyla sınırlı üstelik ve bir tek bizim ülkede uygulanıyor. FİFA’ya, UEFA’ ya bağlı ülkelerde böyle bir şeyin olmadığını düşünüyorum. Doğrusu da budur ayrıca. Ulusal marş ulusal düttürü ya da damat havası değildir ki her canı çeken önüne gelen her yerde söylesin dursun. Benim anımsadığım, derin devlet, paralel devlet, devlet içinde devlet ve ikiz devletin olmadığı dönemlerde, yani tek bir devletin hüküm sürdüğü günlerde ulusal marş bir tek polis saldırısını durdurmak için devrimcilerce bir kalkan gibi kullanılırdı. Başarılı da olunurdu. Şimdi onu da dinleyen yok.
Her şey nasıl da değişti yahu! Üçüz devleti de görür müyüz dersiniz?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa