Erdoğan-TÜSİAD kavgası nereye?
Fotoğraf: Envato
"Bu ülkede kendi temsil ettiği sınıfın çıkarını en rafine biçimde savunan örgüt hangisidir?” denirse, buna hiç tereddüt etmeden “TÜSİAD’dır” diyebiliriz. Onun için bir partiyi desteklerken ya da ona karşı çıkarken TÜSİAD yöneticileri, duygularına, hatta düşüncelerine göre tutum almazlar. Tersine onlar, temsil ettikleri sınıfın çıkarına göre davranırlar. Nitekim yine bir seçim öncesinde TÜSİAD’ın bir üst düzey yöneticisinin “Ben CHP’ye oy vereceğim ama AK Parti’nin seçimi kazanmasını istiyorum” derken, hem TÜSİAD’ın nasıl sınıfsal bir tutum aldığını hem de AKP’nin en büyük sermaye çevrelerinin çıkarlarına hizmet eden bir program yürüttüğünü ifade etmişti.
Başbakan Erdoğan, geçtiğimiz perşembe günü TÜSİAD’ı eleştirirken, “Onlar bize hiç destek vermedi. Biz onlara rağmen iktidar olduk” derken, iddiasını yukarıda sözü edilen TÜSİAD yöneticisinin lafına dayandırıyor (öyle anlaşılıyor) ama sadece lafın yarısına takılıyor. Oysa TÜSİAD yöneticisi, “Ben şu partiye oy vereceğim” diyor ama asıl isteğini de söylüyor: “AK Parti’nin kazanmasını istiyorum!”
Tabii o TÜSİAD yöneticisinin gerçekten CHP’ye oy verip vermediğini bilmiyoruz. Ama bu yöneticinin bu sözleriyle AKP’nin kazanmasını istediği, içeride ve dışarıda etkisi olduğu çevrelere “AKP’yi destekleyin!” çağrısı yaptığı gayet açıktır.
Dolayısıyla Başbakan Erdoğan’ın bugün “Biz bu makamlara TÜSİAD ile gelmedik, TÜSİAD’a rağmen geldik.” iddiası, bir kadir kıymet bilmezlik olduğu kadar boş bir laftır da. Tersine oluşumundan iktidara gelmelerinde, iktidarda böyle güçlü kalmalarında ve kazandıkları bütün seçimlerde Erdoğan ve partisinin arkasında, bütün uluslararası ve ulusal çaptaki etkisiyle, temsil ettiği sermaye gücü ve sınıf ilişkileriyle TÜSİAD vardı.
Kaldı ki TÜSİAD, sadece birkaç yüz büyük sermaye sahibinden ibaret bir örgüt değildir; etkisi ve ilişkileriyle uluslararası sermaye güçlerinin bir uzantısı olarak AKP’nin arkasında olmuştur.
Ne var ki, geçtiğimiz haftanın ortasından beri TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz’la, Başbakan Tayyip Erdoğan arasında, TÜSİAD Başkanını (TÜSİAD’ı da) “vatan hainliği” ile suçlamaya varan polemik, AKP’nin kuruluşundan itibaren başlayan dönemin bittiğini göstermiştir. Başbakan TÜSİAD’a yönelik suçlamasını, “Siz vatan hainisiniz. Bundan sonra devletteki hiçbir işiniz yürümeyecek” demeye kadar vardıran bir tehditle sürdürmesine yanıt verirken TÜSİAD Başkanı, “dış ve iç sermaye yatırımlarının” kendilerine sorulduğunu ve kendi “kefillikleriyle” bu yatırımların yapıldığını söyleyerek Hükümete, “Bizim de elimizde sizi zora sokacak kozlarımız var” demek istemiştir.
TÜSİAD Başkanının açıkça Hükümeti eleştirmekte ısrar etmesine bakılırsa, TÜSİAD AKP’ye 12 yıldan beri verdiği desteği çekmeye kara vermiştir. Yani bu seçimde TÜSİAD (TÜSİAD üyeleri AKP’ye oy verebilir belki), artık AKP’nin en azından tek başına iktidar olmasını istememektedir. Zaten kavga da AKP’den çok Erdoğan’ladır. Nitekim Babacan’ı överek Yılmaz, AKP ile Erdoğan’ı eşitlemediğini de göstermek istemiştir.
Aslında TÜSİAD’ın bu tutumunu anladığı için Erdoğan, “En iyi savunma hücumdur” taktiğini benimseyerek, TÜSİAD’ın ortalama yapmaya dikkat ettiği eleştirilerini bahane ederek, “vatan hainliğine” varan suçlamalarla “Hodri meydan!” demiştir.
Siyasi tarih bize gösteriyor ki, egemen sınıfla siyasi temsilcileri bazen karşı karşıya gelebilir. Bugün de böyle bir durumla karşı karşıyayız.
12 yıldır egemen sınıfların ekonomik ve siyasi (iç ve dış siyaset) programlarını hayata geçiren AKP ve Hükümeti, bir zamandan beri (2011 seçimlerinin sonrasından başlayarak diyebiliriz), egemenlerin istediği doğrultuda olmayan bir hatta yönelmiş bulunmaktadır. Büyüyen kavga, duyulan kılıç kalkan şakırtıları, farklılaşmanın bugün bir kopuş aşamasına gelindiğinin işaretlerdir.
Elbette ki işçi sınıfı ve emekçiler için, ülkenin demokrasi güçleri için bu kavganın olup olmamasının kendi başına bir önemi yoktur. Burada esas olan, ülkede siyaset arenasının yeniden biçimlenmesi sürecinde, geniş halk yığınlarının emek ve demokrasi cephesi ile yakınlaşması için gereken girişimleri yapmada bu çatışmadan da yararlanmaktır. Aksi halde 12 yıldır Erdoğan’la olduğu gibi yarın Gül ve Kılıçdaroğlu ile TÜSİAD yoluna devam edebilir. Hatta TÜSİAD, bir süre sonra Erdoğan’la bile ilişkilerini yenileyerek, bugünkü çatışmalar hiç olmamış gibi davranabilir. Bunda da bir çelişki görmez. Çünkü onun için sonuçta önemli olan dünyanın TÜSAD’ın çıkarları yönünde dönmesidir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00