Seksenli yılların başında kapitalizmin yeniden yapılanması sürecinde Türkiye’nin çevre ülke olarak sistemin içinde tutulabilmesi için önce askerlere darbe yaptırıldı. Peşinden hükümet olması için kurdurulan ANAP ile o tarihlerde belirlenen aşamalar birer bire gerçekleştirildi. Yüksek dış borç, buna dayalı yatırım, ucuz emek-gücü üzerinden düşük maliyet ve bu sayede ihracata dayalı ekonomi. Dipçikler ve ANAP kadrosu eliyle Türkiye “yeni” sistem içindeki yerini hızla aldı. Bir süre sonra ticaret, yüksek faiz ve rant gelirleri üretim gelirlerinin önüne geçti. Yüksek enflasyonla sağlanan ve sabun köpüğüne benzer bu durum toplumun pek çok kesiminde süresi öngörülemeyen bir refah yarattı. Merkez kapitalist ülkeleri hemen hiç etkilemeyen 2001 krizi ile birlikte Hazine, özel sektörün borcunu kamulaştırdı. Devletin borcu birkaç ay içinde iki katına çıktı. ANAP iktidardan düştü. Bugüne geldiğimizde ne adı var ne de dillere destan genel merkez binası. Silindi gitti.
ANAP ile bugünün AKP’si birçok yönden benziyor. Öncelikle her ikisi de kapitalizmin krizi döneminde sermaye adına yeniden yapılandırmayı sağlamak adına kurulmaları teşvik edildi. Yüzleri hemen daima dışarıya ve öncelikle uluslararası sermayenin memnuniyetini sağlamaya dönük görevleri alıp yerine getirmeye dönük oldu. Sıkışınca her zaman birilerini suçladılar. Kurucuları bir süre sonra kendi aralarında kimi zaman rantın kimi zaman makam-mevkiinin paylaşım çatışmasına tutuştular.
Bir süredir AKP’nin işleri de kötü gidiyor. Bu sefer merkez kapitalist ülkelerden başlayan 2008 krizinin çözüm sürecinde Türkiye’ye düşen rol oldukça ağır oldu. Özellikle kent arazileri üzerinden yaratılan kent rantı (kentsel dönüşüm inşaatları, AVM’ler vb. ) sistemi daha uzun süre götüremeyecek. İthalat ve gayrimenkul üzerinden yürüyen ekonomi durma noktasına geldi. Kısaca ticaret ve tefecilik artık yetmiyor. Yetmediği için de tefeciler bir bir orta yere dökülmeye başladılar.
Başbakan bu durumu komplo ile açıklamaya çalışıyor. Ona göre Gezi İsyanı dış güçlerin, faiz lobisinin marifetiydi. Son yaşananlar ise yakın zamana kadar iktidar ortaklığını paylaştığı kendi ifadesiyle “sahte peygamberin” marifeti. Ancak ülke bütünüyle geriye gidiyor. Yürütme, yargı ve yasama arasındaki güçler ayrılığı neredeyse kalmadı. Savcılara, mahkemelere doğrudan talimat veriliyor. Yolsuzluk, rüşvet ayyuka çıktı. Hükümet üyelerinin, birinci derece akrabalarının, yakınlarının adları resmi evraklarda bu olayların içinde geçiyor. Bu konular üzerinden harekete geçen yargı ve emniyet personeli bizzat iddianamede adı geçenler tarafından görevden el çektiriliyor. Çete üyeliği ile suçlanıp, görev yerleri değiştiriliyor. Başbakan, yaklaşık üç yıl önce muhalefetin karşı çıkışına karşın demokratikleşme referandumu ile düzenlediği Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) için yaklaşık bir aydır büyük bir operasyon yürütüyor. Bağımsız yargıyı dolayısıyla güçler ayrılığını sonlandırmak, yargıyı hükümetin organı haline dönüştürmek üzere hazırlanmış HSYK ile ilgili düzenlemenin yasalaşması için bizzat Başbakan tarafından başlatılan kara propaganda hız kesmeden devam ediyor. Başbakan yeniden mağdur edebiyatı yapmaya başladı. Artık göremeyenler de görsün AKP gidiyor. Öncelikle 2002’de aldığı görevi tamamladı. Enerji, eğitim, sağlık vb. hemen tüm alanlarda özelleştirmeler tamamlandı. Örgütsüz toplum, güvencesiz çalışma ortamı vb. alanlardaki operasyonlar ürünlerini verdi. Evet AKP gidiyor. Çünkü iktidarın görünmeyen koalisyon ortağıyla uzlaşmayı sürdüremedi, iktidar mücadelesine girdi. Yüzü eskidi. Acı reçeteler için toplumu ikna edebilecek olanaklarını yitirdi.
Yukarıdaki saptamaları 61 gün sonra sınama olanağı bulacağız. Eğer doğrulanırsa ülkede bir siyasi boşluğun doğuşuna da hazırlıklı olmak gerekiyor. Boşluklar ilelebet öyle kalmaz. En hızlı davranan(lar) tarafından doldurulur. Eğri oturup doğru konuşalım, HDK-HDP Gezi İsyanı’nı da 17 Aralık’ta ortaya çıkan yolsuzluk ve rüşvet gerçeğini de ıskaladı. Bununla birlikte, yerel seçimlerle birlikte daha da görünür hale gelecek olan siyasi boşluğu ıskalamamalı. “O kadar kredisi yok”. Yerel seçim süreci yalnızca yerelliklerde değil, 2015 genel seçimlerinde ülkede iktidar olma hedefiyle, kurgusuyla yürütülmelidir.
Üçüncü ıskalamadan sakınmak için HDK-HDP, yerel seçim sürecinden başlayarak bir yandan bileşenleriyle organik ilişkilerini daha da olgunlaştırmalı, diğer yandan kitleselleşmeli ve kitlelerin kaynaşmasını sağlamalı, öte yandan bileşenlerinin kapsamında nitelikli çoğalmayı da ihmal etmemelidir.
‘Ben değil biz, benim için değil bizim için’ olabilirse siyasi boşluğu emekçilerle, halklarla, gençlerle, kadınlarla hep birlikte doldurmak elbette mümkün olacaktır. HDK-HDP bunun için değil miydi?

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Metal tokat

Metal tokat

Renault işçileri, yaşadıkları sorunlar karşısında patronların yanında duran şube yönetimine karşı harekete geçti: Delege sayısının 3 katı aday çıktı, seçimlere katılım rekoru kırıldı, şubenin belirlediği adaylar geride kaldı. 200 bin metal işçisini ilgilendiren MESS grup sözleşmesi öncesi Metal Fırtına’nın amiral gemisi Renault’da yapılan seçimler sendikal bürokrasiye tokat oldu.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
12 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et