Yeni bir \'Milli şef ve ebedi şef\' girişimi mi?

Başlarken 12 yıl önce kaybettiğimiz Yayıncı ve İnsan Hakları Aktivisti ‘Cesaret Ana’ Ayşenur Zarakolu’yu ; 28 Ocak’ı 29’una bağlayan gece alçakça katledilerek karanlık sulara gömülen Mustafa Suphi ve yoldaşlarını saygıyla andığımı belirtmek istiyorum.
“26 Aralık 1938: CHP 1. Olağanüstü Kurultayı, Atatürk’ün vefatından sonra 26 Aralık 1938’de toplandı. Bu kurultayda Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, ‘değişmez genel başkanlığa’ seçildi. Kurultay ayrıca, Atatürk’ü ‘Ebedi Şef’ ilan ederken, İnönü’ye de ‘Milli Şef’ unvanını verdi.” (CHP’nin web sitesinden)
Bu açıklayıcı kısa bilgilerden sonra günümüz Türkiye’sinde bu çerçevede yer alan gelişmelere bakabiliriz şimdi. Başkanlık, yarı-başkanlık, partili başkanlık sistemi tartışmaları derken Anayasa Uzlaşma Komisyonunun işlevsizleştirilmesi ve aynı zaman diliminde 17 Aralık ‘operasyonları’ sonrası HSYK düzenlemesinin hızlıca gündeme getirilmesi pek de ‘manidar’ gözükmektedir.
Parti içi demokrasi yerine kendi deyimleriyle ‘lider sultası’nın egemen olduğu siyasal partilerin çoğunun durumu ortada zaten; Son söz ya da son karar genellikle Genel Başkana aittir. Sivil toplum kuruluşu diye tanımladığımız yapıların çoğunda genel durum pek farklı değil; muhalifler çeşitli sıfatlarla suçlanıp etkisizleştirilir ya da yapı dışına itilir. Kısacası temelleri çok öncelere dayanan yapılandırma sonucu hemen her kurumda milli ve ebedi şefler yaratılmış durumdadır.
Demokrasiyi içselleştirmeyenlerin bu durumdan şikayetçi olmalarını beklemek ya da kısa vadede bu anlamda bir zihniyet değişikliği beklemek pek anlamlı gözükmemektedir bence. 1982 Anayasası ile ilgili tartışmalara ve sivil, demokratik Anayasa yapım sürecine baktığımızda bu yönde ciddi işaretler görebiliriz. Toplumun ezici bir çoğunluğu 1982 Anayasası’nın değiştirilmesini ve yeni bir Anayasa yapılmasını istemektedir, bu çoğunluk bir siyasi partiyi bu amaçla iktidara getirmiştir ama geçen yıllara rağmen ‘küçük yama’larla durumun ‘idare edilmesi’ karşısında sessizdir.
En küçük yapılardan en büyüklerine kadar kurum içi demokrasi yerine ‘milli’ ya da ‘ebedi’ şeflerin kararlarına göre yön tayin edenlerin çoğunlukta olması anlamına gelmiyor mu bu? Bence tam olarak bu anlama geliyor. Bu anlayışta olanların ‘çoğunluk diktası’na karşı ciddi bir karşı-duruşu olabilir mi? Gezi direnişi böyle bir karşı-duruşun var olduğunu ve bu diktaya kolayca izin verilmeyeceğini açıkça gösterdi. Bu karşı-duruş iktidarın planlarını altüst ettiyse ve Türkiye tarihinde çok ciddi bir kırılma noktası yarattıysa da ‘çoğunluk dikta’sı heveslilerinin esas plandan vazgeçmelerine engel olamadı.
Hükümete karşı darbe yapılıyor gerekçesiyle emniyet ve yargıda hızlı ve büyük hacimli yeniden yapılandırmaya gidilmesi neyin işaretidir acaba? Çoğunluk diktasının mı demokrasinin mi? Bu noktada; Hükümet darbesi nasıl yapılır konusunun da genişçe tartışılması gerekiyor.
Dolaşımda olan başka bir kavram da ‘milli iradeye karşı gelme’ suçlamasıdır ki bu gelecek adına çok kaygı verici ve korkutucudur. Bence bu anlamıyla ‘milli irade’cilik çoğunluğun diktatörlüğünün diğer adıdır. Rüşvetin, yolsuzluğun, kayırmacılığın, ihaleye fesat karıştırmanın, trilyonları transfer etmenin, barış ve çözüm sürecini aksatmanın, cezaevlerinde ağır hastalık ve hak ihlallerine uğrayan onlarca insanı görmezden gelmenin, devlet kurumlarının partizanca amaçlarla kullanmanın ve ülkeyi rantiyeci cennetine çevirmenin ‘milli irade’yle bağlantısını hâlâ anlamış değilim! Mısır’daki darbe sonrası yaşanan kaos, Demokrasi yerine ‘çoğunluk diktası’nı tercih edenlerin ülkeyi nasıl bir cehenneme dönüştürdüğünü açıkça göstermiş olmalıdır. O halde en küçük birimlerden başlayarak kurum-içi, birim-içi demokrasiyi işletmenin ve içselleştirmenin derdine düşmek zorundayız. Aksi durumda ‘milli irade’ye karşı geliniyor diye ‘çoğunluk diktatörlüğü’nün marifetleriyle var olan demokratik kırıntıların bile mumla arandığı karanlık ve sonsuz bir girdaba sürüklenebiliriz.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
RTÜK Başkanı “Ülkemizde olumlu olaylar olmuyormuş gibi haber servis ediliyor” deyip ‘yandık’, ‘bittik’ haberleriyle karamsarlık aşılandığını savundu, ceza tehdidinde bulundu.

Evrensel'i Takip Et