5 Şubat 2014
DİĞER YAZILARI
Edebiyat 15 Nisan 2015
Normalleşmek 8 Nisan 2015
Adil 18 Mart 2015
Beklenti 11 Mart 2015
Koşa koşa 4 Mart 2015
Adım adım 25 Şubat 2015
Her şey 18 Şubat 2015
Mendil 28 Ocak 2015
Yuvarlak 14 Ocak 2015
Yabancı 7 Ocak 2015
YAZI ARŞİVİ

Ara transfer dönemi bitti. Bol hareket, bol para döngüsü. Yeni umutlar. Devre arası transferi büyülüdür. Sezon sonunda eskiye dair ne varsa yaz sıcağında erir gider. Sıfırdan başlar. Bitmiş sezona dair defterler kapanır. Yazın gelen oyuncu yeni bir takıma gelmiştir.  Devre arası transferinin ise şapkadan tavşan çıkarması beklenir. Yeterince iyi gitmeyen takıma, ya da iyi takımın aksayan bölgesine gelmiştir. Yeni bir takımın bir üyesi olması değil, mevcut takımın ağrıyan yerini iyileştirmesidir beklenti. Sezon sonu gelmeden alelacele transfer edildiğine göre, kuvvetle muhtemel eski takımının yıldızıdır, ya da tam tersi bir önceki takımın artık teklemeye başlayan emektar ağabeyi sıfatıyla yeni camiaya tecrübesiyle güç katacaktır.
Devre arası transferi, planlayan açısından da incelik gerektirir. Teknik direktörün sahaya çıkardığı 11 sorgulanmaz da, 70. dakikada oyuna soktuğu tek bir oyuncuyu seçerkenki taktiği uzun uzadıya konuşulur ya. Onun gibi. Takıma 1-2 hafta içinde uyum sağlayabilecek, kadronun demirbaşları arasından sivrilecek oyuncuyu seçmek kolay iş değil. Kiralık alırsan, senin formanla yıldızlaşan oyuncuyu sezon sonunda kontrat gereği geri gönderip kaybetme riski var. Yarım devrelik performansına bakıp bonservis ödesen, kulüp parasını savurma eleştirileri var. Hiç transfer işine girmesen kulüp ikinci yarının ilk puan kaybında tribünden “Sol beke birini bulamadılar. Buradan biz görüyoruz, onlar anlamıyor” sesleri yükselir.  Çok tumturaklı konu.
Süper Lig’de bu dönemin bonkörü Galatasaray. Gidenler ve gelenlerle 18 kişilik bir kadro çıkacak neredeyse. Düzen mi getirir, rekabet mi belli olmaz. 2005’in ara transferi Ribery’nin tadı damağında kaldı Galatasaray’ın, belki de o günleri arıyor. Fenerbahçe açık ara liderliğinden huzur duyduğunu ilan edercesine dingin bir ara transfer geçirdi. Beşiktaş da adım attı ama sıkı bir sonuca varamadan yedi transfer dönemini.
Trabzonspor ise birkaç yıldır büyük bir arayışta. Neyi aradığını bile bilmiyor. Aldığı, alamadığı, sattığı oyuncular dahi bir hayali ifade etmiyor. Trabzonspor’dan diğer büyük takımlara giden yıldızlar Tolga Zengin, Egemen Korkmaz, Selçuk İnan, Umut Bulut, Ceyhun Gülselam ve Burak Yılmaz Süper Lig’i sarsıyor. Ama Trabzonspor çaresiz. Bir sağı bir solu deniyor, yine de trafikte akmayan hep onun şeridi oluyor. 2010-2011’de hak ettiklerini düşündükleri şampiyonluk zihinlerini o kadar meşgul ediyor ki, geriye bakmaktan önlerini göremiyorlar. O şampiyonluk kimin hakkıdır bilemem, bildiğim bu ülkede en büyük takımlardan birisi dahi olsanız hakkınız yenilebilir. Ve genelde buna karşı bir şey yapamazsınız. Hukuktan çıkan kararlar genelde vicdanları ve akılları tatmin etmez.
Trabzonspor bu iklimin doğasına aykırı bir üslup deniyor. Hakkımı vermezseniz şuradan şuraya gitmem diyor. Halbuki Türkiye hukuktan bir sonuç alamama ülkesi. Bir şike soruşturması sonucunda olup olmadığını bilemediğimiz şikeyi yapan, yapmayan herkesi mağdur edebilen bir sistemimiz var.Biliyoruz ki bu sistem kendi bekası için Aziz Yıldırım’ı da Trabzonspor’u da yiyebilir.
Futbol önümüzdeki maçlara bakma oyunu, Trabzonspor ise 2014 yılında hala 2010’u yaşıyor. Acı bir tavsiye olacak belki ama Trabzonspor’u kendisine getirebilecek tek ilaç geçmişe dönük hak arama hevesinden vazgeçmek. Trabzon’un tek yapabileceği 2011 şampiyonluğu için bir bardak soğuk su içmek. Geriye bakmaktan tutulan boynunu ovup yüzünü ileriye çevirmek.Her seçim sonucunun, her mahkeme kararının, her meclis tutanağının birilerini yaraladığı bir ülke burası.Günlerin her gün getirdiği baskı, zulüm ve kan oluyor ama her nasılsa “I dont want to see the back, I want to see the front” diyen Fatih Terim hep kazanıyor.

Evrensel'i Takip Et