Ötekinin berisi olmamak: İnsan hakları
Gerçek çoğu kez en yalın hali ile karşımızda durur. Ama bizler “kendimize misyon, olguya kutsallık” ve davranışlarımıza gizil bir üstten bakış eklediğimizde gerçeği giydirmeye başlarız. Oysa çoğunluk gerçek çıplak değil yalındır.
Sahip olduğumuz addedilen etik değer ve ahlaki normlar ile gündelik yaşam eyleyişlerimiz arasındaki artan açı bu algı, eylem kırılmasını günbegün artırıyor.
Gerçek giydirilmeye başlandıkça da öznelikten düşüyor geniş kitleler. Misal insan hakları, savaş, çocuklar...
Bizim hastamız, bizim işkence mağdurumuz, bizim savaş mağdurumuz, bizim uzamış tutuklumuz dedikçe giydirmeye başlarız gerçeğin yalın halini. Giydirilen cezaevinde bir hasta mahpusun gerçekliği de olabilir, savaş mağduru çocuk, kadın ve yaşlıların acısı da; faili meçhul bir cinayet de olabilir o işkence görenin kim olduğu da...
Oysa esas olan savaş, mahpusluk dahil hak ihlallerinin her nerede ve hangi nedenle yapılıyor olursa olsun bir insanlık suçu olduğu gerçeğidir. Biz bu yalın gerçeği çıplaklık olarak dönüştürdüğümüzde giydirmeye başlamışızdır artık. Doğası gereği mağdur kim olursa olsun tanımlar ortak başlar öncesinde, ama zamanla misal bir mahpus ise kimlerden olduğunu dudak altından mırıldanmamız beklenir. Oysa yalın tutulabilse gerçek, kitleler itirazda özne olarak kalacak ve algıda seçicilikleri kışkırtılmamış olacaktı.
Hekim meslek örgütü TTB’nin Bilimsel Araştırma Kurulu hafta içinde bir rapor daha paylaştı kamuoyu ile. Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu malum beş yıldır cezaevinde tutuklu bulunmakta. Ve bilimsel rapor onun sağlığının cezaevinde kalmasına uygun olmadığını, salıverilmesi gerektiğini öngörüyor. Yüzlerce hasta mahpus benzer biçimde ölümü bekliyorlar dört duvar arasında: “Yaşama huzurla veda hakları” tanınmayarak ve cezaevlerinin doğası gereği nitelikli sağlık hizmetlerine hızlı, zamanında ulaşmaları engellenerek.
Mağdurun bir KCK tutuklusu Kürt siyasetçi, on yaşında bir çocuk, Ergenekon tutuklusu bir eski general, işkence mağduru veya eski işkenceci olması, siyasi veya adli bir nedenle cezaevinde tutulması yalın gerçeği değiştirmiyor. Onların her birisi ‘Cezaevlerinde tutulamayacak kadar hasta’ ise salıverilmeleri gerekiyor. İlgili kurumlar, insan hakları savunucuları bu yalın hale tutundukları oranda toplumun ekseriyetini özne haline getirmiş olurlar. Ne zaman ki resmi devlet aklının izleğinden sürüklenip kodlamalara başlıyoruz yani yalınlık ile çıplaklığı karıştırıp gerçekliğe farklı cümleler giydiriyoruz orada sonuç almak zorlaşıyor. Oysa dünün işkencecisi ile işkence mağduru bugün cezaevinde farklı nedenlerle mahpus kılınmış ve sonrasında ciddi sağlık sorunları gelişmiş ise her birisi için geçmişlerinden, öykülerinden ve bizim o öykülerdeki tutum alışlarımızdan azade olarak insan haklarını savunmamız gerekiyor. Bu zor olabilir ancak elzemdir.
Barış, insan haklarına sadık bir yaşam kültürü, büyük adımlardan ve yüksek volumlü cümlelerden ziyade küçük adımlarla inşa edilebilir. Farklı aidiyetlerin kendilerine dair ben merkezci insan hak taleplerini kırmak, bir potada buluşturmak gerekiyor. Giderek kutuplaşan ve buna bağlı olarak “Ortak değer alanları giderek daralan” yaşadığımız topraklar buna muhtaç.
“Farklılaşan belleklerimiz” paralelinde farklı “zihin haritaları” oluşturuyor. Ortakça yaşamın abecesi kutuplaşmalar ile gündelik hayatta günbegün karartılıyor. Bu hastalıklı gidişattan bir an için olsa bile sıyrılmanın yolu sanırım düşman bellediklerimiz / belletilenler için insan hak savunuculuğunu bir adım diğerlerinin önüne almaktan geçiyor. Unutulmamalı ki hiçbir toplum bu duruşa kayıtsız kalamaz. Salt bir benzerimiz için değil ziyadesiyle benzemezimiz için, hatta bize geçmişte düşmanlık, eziyet üretmiş olsalar dahi insan haklarını savunmak, hayata geçirmek gerekiyor.
Aynı hal alışı savaş başlığında da sürdürmek, önceliği belki de Suriye’den başlatmak gerekiyor. Yalın hali savaş idi, her bir bakış onu giydirmeye başladı. Bir gün bir Başbakan Aleviler / Sünniler dedi, bir başka gün basın savaştan kaçanları Türkmen soydaşlar, Kürtler, Araplar olarak zihinlerimizde ayrıştırdı. Oysa en basit hali ile “Çocuk felci 15 yıl aradan sonra” savaş nedeni ile Suriye yanı sıra Anadolu coğrafyasını da tehdit etmeye başlamıştı. Savaş ve ardılı hastalıklar, sıtmadan çocuk felcine nice başlıkta kimilerinin Türkmen soydaşı ile Arapları, Kürtleri, Süryanileri, Ermenileri bir arada kırmaya başlamıştı.
Hekim meslek örgütü TTB yayınladığı raporlar ile gerçekliğe ışık tutmaya devam ediyor. Misal daha önce yayınladığı kızamık, sıtma raporlarına ilaveten geçen hafta çocuk felci ve savaşın sağlığa etkilerini somutlaştırdı: “Türkiye’de Çocuk Felci Tehdidi: Arınmayı Başarmıştık, Salgını Önlemeliyiz
Evet gerçek yalındır ve bu gerçeklik sıra savaşa geldiğinde iki kelimeden oluşur: “Savaş öldürür!”
Gerek savaş, çatışma ortamlarında, gerek çatışmasızlık halinde yaşanmış insan hak ihlalleri ile karşılaştığımızda ötekinin berisi olmama hali ile insan kalabiliriz ancak. İnsana dair bundan yüce hangi sığınak yaratılabilir ki?
Sağlıcakla kalın.
Evrensel'i Takip Et