12 Şubat 2014 00:07

Eğitimde yabancılaşmanın şimdilik özeti

Eğitimde  yabancılaşmanın şimdilik özeti

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Son birkaç yazıdır acımasız benzetmeler yaptığımın farkındayım. Öğrencileri, atlara benzetiyorum. Öğretmenleri atları vuran kişi yerine koyuyorum. Bir de üstelik rehber öğretmenlere/ psikolojik danışmanlara vurulacak atların gözünü kapatan kişi rolünü veriyorum. Örgün eğitim bu benzetmeler açısından çok üretken bir süreç. Ama bu sürece giren toplumlar üretkenliklerini kaybetme riskiyle karşı karşıyalar. Böyle acımasız benzetmeler yapıyorum çünkü buna dikkat çekmek istiyorum. Çünkü bu yabancılaşma süreci çok ciddi sorunlara gebe.
Erich Fromm’un “Marx’ın İnsan Anlayışı” adlı eserinde yine Marx’ın eserlerinden alıntıladığı kelimelerle, işini isteksiz yapan, işinin başına nefretle geçen, özgür fiziksel veya zihinsel enerjiler üretemeyen, adeta kötürümleşen ve ancak paydos ettikten ya da tatile çıktıktan sonra kendisini özgür hisseden, işi sırasındaki mekanikleşmiş ve terk edilmiş ruh halinden kendisini sıyırabilen ve ürettiği nesnelerin kölesi olan emekçi ve patronların yaşadığı bir toplumdaki yabancılaşma, masum gibi görünen okulda son birkaç haftadır yazdığım şekilde üretiliyor. Tabii ki bu analiz daha da genişletilebilir. Bunlar köşe yazısıydı. Yine Erich Fromm’un, Marx’tan alıntıladığı bir sözü de buraya aktaralım: “Üretim (süreci), çalışanlar için varolmalıdır. Oysa şimdiki uygulamada insanlar, üretim için vardırlar.”
Yukarıdaki paragrafta tarif edilen emekçi ve patronların yaşadığı toplum birçok kimseye yabancı değil herhalde. Büyük bir çoğunluk, kendi iş yaşamını düşündüğünde benzer durumlar, duygular ve düşünceler içinde olduğunu fark edecektir ya da etmiştir. Hatta patronların, yöneticilerin, müdürlerin, şeflerin, yönettikleri kişileri yukarıdaki tarife uygun şekilde azarladıklarını, fırçaladıklarını da birçok kimse ya yaşamıştır ya da gözlemlemiştir. Yöneticiler, çalışanların isteksiz olduğundan, üretken olmadığından, tembel olduğundan, kaytardığından dem vururlar. Yabancılaşmanın üretildiği bir âlemde başka ne beklerler ki…
Marx’ın üretim sürecine ya da iş yaşamına özgü olarak yaptığı bu tarifi ve aynı zamanda üretim sürecinin çalışanlar için var olması gerektiğine ilişkin söylediklerini örgün eğitim sürecine ve onun mabedi okula uyguladığımızda birkaç haftadır sözünü ettiğim yabancılaşma sürecinin bazı başka sonuçlarından söz etmemiz mümkün olacaktır. Mesela, okul örgütü içindeki yetişkinler (müdür, müdür yardımcısı, öğretmen, rehber öğretmen, vs.) çocuklar ve gençler hakkında ne düşünürler? Onların tembel, yaramaz, isteksiz, motivasyonsuz, sınıfta huzuru bozan, düzeni bozan, sorumsuz, düşüncesiz ve hatta saygısız olduğunu söylerler. İlk, orta ve yükseköğretim düzeyinde rastlanabilen bu söylemler yabancılaşmanın göstergeleridir aslında.
Tabii vurgulanması gereken bir nokta da şudur: Çocuklar ve gençler için bunları söyleyen öğretmen, müdür, müdür yardımcısı ve rehber öğretmenin ya da psikolojik danışmanın kendisi de, emekçiler sınıfı olarak kendilerinden daha güçlü yöneticilerin gözünde aynı şekilde tembel, isteksiz, motivasyonsuz, saygısız, düzeni bozan ve sorumsuz olarak nitelendirilme potansiyeline sahiptir.
Marx’ın üretim sürecinin insanlar için var olması gerektiğine ama uygulamada, insanların üretim için var olduğuna ilişkin sözlerini de okula uyarladığımızda şunu söyleyebiliriz: Eğitim ve öğrenme sürecinin çocuklar ve gençler için var olması gerekir ama uygulamada, çocuklar ve gençler, eğitim için vardırlar. Bu da yabancılaşmanın başka tür bir boyutuna ilişkindir. Bu boyut da bireyin, kendini gerçekleştirmesi değil de kapitalist pazarın bir unsuru olarak işleyen çarklardan biri haline gelmesi anlamında yabancılaşmadır. Bu noktada çocuklar ve gençler öğrenmek, gelişmek ve kendilerini gerçekleştirmek için okulda bulunmazlar; çarklardan biri olarak kullanıma hazırlanmak üzere okulda bulunurlar.
Kendini gerçekleştirme, bireyin varoluşuna uygun olarak çeşitli şekillerde kendisini ifade edebilmesi, kendini ortaya koyabilmesi anlamına gelir. Fikir ve eylem özgürlüğünü de kapsar kendini gerçekleştirme. Bu yabancılaşma sürecinin bir parçası olarak devlet de okuldaki örgün eğitim yoluyla yarım bıraktığı işi yaşamın her noktasında örneğin sansür koyarak (fikir ve eylem özgürlüğünü kısıtlayarak) tamamlamaya çalışır. Hatta daha da ileriye giderek meşru gibi görünen şiddet yoluyla (polis ve asker) bireylerin nefesini keserek de yabancılaştırmaya çalıştığı ama inatla yabancılaşmaya direnen varlıkları yok eder.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa