Din-le-me, kirâmen kâtibîn, MİT, NSA, AKP, kapitalizm
Fotoğraf: Envato
Din ile dinleme arasında, izleme, kaydetme, yeri geldiğinde kullanma arasında, arşivcilik arasında, enformasyon, şahit, seçmen, mahkeme, mahşer arasında ne tür bağlar var? Kim kimi izliyor, dinliyor, kaydediyor, deşifre ediyor, cezalandırıyor?
İslâm’da yazıcı meleklerin, “kirâmen kâtibîn” olduğu, bu meleklerin insanların yaptıklarını gece gündüz kaydettikleri, sol yandakinin günahları, sağ yandakinin sevapları yazdığı, sağdakinin soldakine üstün olduğu, günah işlendikten sonra altı saatte tövbe edilmezse kayda geçirildiği gibi inanışlar bulunuyor. “Hem şanıma kasem ederim ki hakikat insanı biz yarattık ve biliriz: nefsi onu ne ile vesveselendirir ve biz ona “habli verîd”den [şah damarından] daha yakınızdır./ İki zabit memuru zabıt tutarlarken: biri sağdan oturmuş biri soldan./ Her ne söz atarsa mutlak yanında hâzır bir gözcü vardır./ Ve ölüm sekeratı hakk ile geldikte: işte diye: o senin kaçıp durduğun./ Ve Sur üfürüldükte: ki işte o vaîd günüdür./ Ve her nefis gelmiştir: beraberinde bir sevk memuru ve bir şâhid vardır. /Arkadaşı der: ya Rabbenâ onu ben azdırmadım velâkin kendisi uzak bir dalâl içinde idi.” (Kaf Suriesi 16-21., 27.ayetler, Elmalı Hamdi Yazır Meali).
Bu meleklerin gündüz iki gece iki dört mü olduğu, ölümden sonra mezar başında da bekleyip beklemediği, tuvalet ve cinsel ilişki (cima) sırasında kişiden uzaklaşıp uzaklaşmadıkları (yine de her şeyi yazdıkları), dahası Tanrı’nın doğrudan mı aracılarla mı bilgi sahibi olduğu, melek türü aracılara ihtiyaç duyup duymadığı, niye tek bir yazıcı melek olmadığı, yazdıkları şeyin (kağıdın) ne olduğu, arkasının önünün farklı olup olmadığı… bunların her biri inananlar arasında çok ciddi meseleleri oluşturuyor. Öyle ki en büyük gözün Tanrı olup olmadığı, her şeyi mi bazı şeyleri mi, geneli mi tekili mi bildiği, bir şeyi daha olmadan mı yoksa olduğunda mı bildiği, kötülüğün de iyiliğin de Tanrı’dan olup olmadığı… Dinler tarihinde büyük tartışmalara, yarılmalara, mezheplere yol açmıştır.
Diğer yandan “Şeytan” neredeyse Tanrı’ya yakın bir güçte tasvir ediliyor; melekleri bile olmadan, bizzat Tanrı tarafından cennet vaat edilen Adem baba ile Havva anamız başta olmak üzere çoğu insanı yoldan çıkarıyor. Tasvirlerin çoğu dişil de şeytanın cinsiyeti var mı, sorunlu bulunuyor.
Şeytan ile nefis ilişkisi çok sorunlu, çoğu zaman eşleştirilse de nefis daha çok cana, ruha yakın bulunuyor, insanın özünü oluşturuyor. Kaldı ki nefis şeytanla eşleştirilirse, çok daha çetrefil bir teolojik problemle karşı karşıyayız demektir.
Marx, daha tarafsız bir gözle, cinslere çok takılmadan, şeytanı “meta” cinsinden bir şey olarak görüyor. Soyut para; kendinde-değer (kullanım değeri) ne varsa buharlaştırıyor, politikacının da gazetecinin de hasını para cinsinden ölçüyor, geriye başkaca bir nitelikli ölçü kalmıyor. Ahlâk buharlaşıyor, herkes şeytana (paraya) secde ediyor. İktidar söz konusu olunca, şeytanla nefis arasındaki ilişki gibi, iktidardan (nefisten) vazgeçilemiyor.
Her iktidar Tanrıya şirk koşmaya daha en başından hazır, hatta kendini Tanrının bu dünyadaki timsali (temsilcisi) sayıyor, kendi ajanlarını, gözetim ve götürüm düzenini oluşturuyor. İşin ölçüsü çıkar olunca hepsi birbirini izliyor, gözlüyor, açığa vuruyor (MI5-6, CIA, FBI, KGB, MOSSAD, MIT, NSA, paralel yapı…). Obama, “ne o” diyor, büyük güç olmanın gereğidir bunlar.” Kaldı ki liberal demokraside, birikim suç değil ki hırsızlık suçtan sayılsın.
Üniversiteli bir genç, “Bu kadar dinleme var da kim dinliyor? Müslüman kardeşlerimiz rüşvet hırsızlık pek dinlemedi. Eee, şimdi ne oldu?” diye soruyor.
Kıssadan hisse dünyevi işler dünyevi görülüyor, ahrete kalırsa işler “Allah kerim”. Ölçü zenginlikten (Para pul çalma çırpmadan) geçiyor. Sandık da biraz öyle (Din ve mahkeme işin küçük yanı; ev araba satışları düşerse, borsa düşerse, döviz yükselirse, maaşlar düşerse, mal mülk para etmezse kriz olur, hükümet gider).
Başbakanı izliyorum gözlerim para pul. Ye ya kulum, yürü ya kulum, biriktir ve büyü ya kulum=Kapitalizm=Dünyevi Tanrı=Şirk.
- İsrail ve Suriye örneğinde bilimin ve bilimsel eğitimin anlamı ve önemi üzerine 13 Aralık 2024 04:40
- MEB açık öğretim okulları istatistiklerinde bir gariplik mi var? 29 Kasım 2024 04:15
- AKP'nin eğitim ve bütçeleme anlayışı: Lime lime ayrıştırmanın, imam hatipleştirmenin, metalaştırmanın, peşkeş çekmenin binbir türü 15 Kasım 2024 04:43
- Cumhuriyetin 101. yılında rüya, yurttaşlık ve ana dillerinde eğitim meselesi 01 Kasım 2024 04:26
- Üniversite nedir? Araştırma ve bilgi nedir? Kariyer yapmaktan/ uzmanlık bilgisinden farkı nedir? 18 Ekim 2024 04:42
- Akademinin yeri ve değeri: 207 üniversite bir 'muhabir Rüya' eder mi? 11 Ekim 2024 04:43
- MEB istatistiklerinin gör dediği açlık, dayatma ve niteliksizlik 04 Ekim 2024 04:50
- Türk Psikologlar Derneğinin Türkiye Yüzyılı Maarif Modeline dair görüşü: Eğitim değil eğitimi ihlal modeli 27 Eylül 2024 04:42
- AKP ve MEB’in büyük mahareti: Bağnazlığı ve emek sömürüsünü sürdürmeye diplomalı çözüm 20 Eylül 2024 04:15
- Aileler çocuklarını MEB’den kurtarmaya çalışıyor: MEB eğitime, çocuklara, topluma zararlı hale mi geldi? 13 Eylül 2024 04:42
- Eğitimin sorunlarından öğretmenler ve müdür yardımcıları da mağdur 06 Eylül 2024 04:41
- Atamaların değeri değersizleştirilmesi üzerine 30 Ağustos 2024 04:44