Selefici basının sefaleti
Suriye sorununa siyasal bir çözüm bulmak amacıyla yapılan Cenevre-2 görüşmelerinden bir sonuç çıkmadı. Esad rejimine karşı savaşan güçlerin katılmayı reddettiği ve konferansı destekleyen güçlerin de (ABD ve Rusya) Suriye’nin geleceği konusuna bir uzlaşmaya varmadığı koşullarda yapılan konferanstan kimse bir çözüm beklemiyordu. Çünkü masadakilerin Suriye ve Bölge genelinde çıkar çatışması içinde olan güçlerin siyasi uzantısı olmanın ötesine geçemediği bir konferanstan çözüm beklemek hayalcilik olurdu. Zaten Suriye’nin geleceği konusunda en net politikaya sahip olan ve bu temelde Rojava’daki kantonlarda özerklik ilan eden Kürtler, en başından bu sürecin dışında bırakılmışlardı.
Bugün Suriye’deki en büyük tehlike, yaşanan çatışmaların Bölge ülkelerini de içine alan mezhepsel bir savaş görünümüne girmesidir. Selefici grupların Esad rejimiyle savaşın ötesinde Alevilere yönelik katliamları, Irak-Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) Irak’ın Şii Maliki Hükümeti ile gerilimli olan Sünni bölgelerinden el Anbar’a yerleşmesi, IŞİD ve el Nusra’nın Lübnan’ı da savaş bölgesi ilan etmesi bu tehlikenin boyutlarını yeterince açıklıyor. Ancak bu savaşın mezhepsel bir görünüme bürünmesinin en temel nedeni Türkiye, Katar ve S.Arabistan’ın İslam dünyasının Sünni çoğunluğunu Suriye’ye müdahale politikasına yedeklemek için geliştirdikleri politikalar oldu. Şam’daki Emevi Camii’nde cuma namazı kılmaktan söz eden Başbakan Erdoğan ve İslamcı basın Alevi olmayı ya da Suriye’ye müdahale politikasına karşı çıkmayı Esadcılıkla eşitleyen bir tutum içinde oldular. Oysa mesele bir mezhep meselesi değil, emperyalistler arasındaki bir paylaşım savaşıydı. ABD ve AB (Fransa) Bölge’yi kendi çıkarları temelinde yeniden dizayn etmek için Arap coğrafyasındaki halk ayaklanmalarından sonra yeniden harekete geçmişti. Rusya ve Çin’in başını çektiği diğer emperyalist kamp da Bölge’de kendi varlıklarını ve çıkarlarını tehlikeye atmamak için bu girişimin karşısında yer aldı. İşte Müslüman halkların Bölge gericilikleri eliyle mezhepçilik üzerinden yedeklenmeye çalışıldığı politika buydu.
Suriye’nin geleceği hakkındaki kararı, Suriye’de yaşayan halkların vermesi gerektiğini savunan ve müdahaleye karşı çıkan ‘sol’u “Esadçılık”la suçlayan İslamcı basın, 2003’te Irak’a müdahaleye karşı olma konusunda bu ‘sol’la aynı saftaydı. O gün Irak’ın başında bulunan Saddam yüz binlerce Şii ve Kürt’ü katliamlardan geçirmişti. Biz o gün de bu durumun emperyalistlere Irak’a müdahale hakkı veremeyeceğini söylemiştik. Çünkü ABD emperyalizminin derdi, bugün Suriye’de de söylendiği gibi “mazlum halkı kurtarmak” değil; Afganistan’dan başlayarak Bölge’yi Büyük/Genişletilmiş Ortadoğu Projesi kapsamında yeniden dizayn etmekti. Ancak bugün Suriye’ye müdahaleye karşı çıktığımız için bizi “Esadcılık”la suçlayan Haksöz gazetesi gibi İslamcı çevreler için Saddam söz konusu olunca ‘hak’ olan, nedense Esad rejimi söz konusu olduğunda ‘batıl’ oluyor. Ve İslamcı basının Sünni Saddam’ı desteklerken Alevi Esad’ı ‘şeytan’ ilan etmesinin nedeni, savruldukları mezhepçi politikalardır. Yoksa zalimlik konusunda Bölge’de hiçbir diktatör Saddam’ın eline su bile dökemez.
Haksöz gazetesi, bizim Suriye’ye müdahale politikasına karşı tutumumuzla ilgili şu değerlendirmeyi yapıyor: “Komik olan şey şu ki, Kürt halkının T. C. zulmü altında yaşadıklarını zulüm olarak gören ve açık bir şekilde milliyetçi bir hareketi Kürt halkının öncüsü konumuna oturtabilen bu anlayışın Baas diktatörlüğü altında Suriye halkının yaşadığı zulmü, zorbalığı bin dereden su getirerek tevile çalışmasıdır.” Oysa ortada komik bir durum yok. Sadece Haksöz’ün içine düştüğü açmazı örtmek için Kürt sorununu kullanmaya çalışma zavallılığı var. Çünkü biz Kürt halkının yaşadığı zulmü ortadan kaldırmak için ne ABD’yi ya da başka bir ülkeyi Türkiye’ye müdahale etmeye çağırıyoruz, ne de bunun için dünyanın dört bir tarafından militan devşirmenin peşinde koşuyoruz. Bu sorunun çözümünün halkların barış ve demokrasi için ortak mücadelesinden geçtiğini söylüyoruz.
Selefici grupların Hama’nın Maan beldesinde Alevi halka karşı katliam yaptığı günlerde Rojava’nın Efrîn bölgesinde halk savunma güçleri canlı bomba eylemi için Türkiye üzerinden giriş yapan militanları ele geçirmişti. Türkiye’den pasaportlarıyla giriş yapan bu militanlar, AKP’nin Suriye’deki tek dayanağının Alevilere ve Kürtlere saldırarak katliamlar yapan Selefi gruplar olduğunu bütün açıklığıyla gözler önüne seriyor. Tabii bir de gerici güçlerin oyuncağı olmuş bu çeteleri savunmak için kılıktan kılığa giren İslamcı basının sefaletini de…
Evrensel'i Takip Et