Kabakulak ülkesine ahlak aşısı
Norveç’in dünya edebiyatına armağanı olan, 19. yüzyılın kapanış romanlarından “Açlık”’ta Knut Hamsun’un yarattığı karakter, hikayesini okuyanlara şöyle bir ders verir: Açlıktan öleceğini bilsen de senin olmayan paraya göz dikme, emek vermediğin mala el sürme! Romanın erkek kişisi, açlıktan ölmek üzereyken parmağını ısırıp kanını emerek hayatta kalmaya çalışırken, açgözlülüğün tarihine kötü bir nefes kokusu gibi yüz buruşturan bir not düşer. O not bugünün emek düşmanı egemenlerinin kitabında yazmıyor. Bu okumaz-yazmazlık hali, adaleti ve eşitliği savunan biz bir avuç dünyalının ayağına basıyor. Geçen hafta açlık sınırı açıklandı: 1130 TL. Bu ülkede milyonlarca ve her yaştan kadın ve erkek gırtlağını tasarruflu kullanmaya zorlanıyor. Sözlükler para için “bir hak ölçüsüdür” diyor. Hak edende var, etmeyende yok gibi mi? “Açlık”ın açlıktan bitap düşen kahramanı Andreas’ın hak etmediği için önerilen yardımları geri çevirmesi mi? Bir Robin Hood fantezisi mi? Yoksa ülkenin yarısı açken bazılarının gözünü doyuramayan akıl almaz banknot trafiğini cezalandırma zarureti mi? Yanıtı banknot sahiplerinin aşırı komik müsameresine alkış tutanlar versin.
ADEMİN EMANETLERİ
Bir süre önce bir siyasetçi basit bir matematik hesabıyla, kabakulak olmuş bir ülkede, erk sahipliğinin baş döndürücü cazibesine parmaklarını kaptırmış bir ademin emanetindeki mangırla neler yapılabileceğini açıkladı. Şöyle ki; “247 milyar TL ile 2 milyon 831 bin işsize 8 yıl asgari ücretten para ödenirdi. 300 bin atama bekleyen öğretmenin tamamı atanır ve 30 yıl boyunca maaşları ödenirdi.
Her emekliye 25 bin lira ikramiye verilirdi. Bu parayla 30 Marmaray yapılabilirdi.”
Bu liste, top ten listemizdeki son kayıtlarda geçen tutarı da ekleyince, daha neleri neleri kaldırır. Ama çamura bakan da olsa çamurun ta kendisi de olsa, erk ve erkek olan diller, kadınları –birbirleriyle kapışırken bile- hesaba katamıyor. Aklıselimle işini yapanlar alınmasın; birbirine küfrederken, aşağılarken kadın kimliğini ve bedenini metafor yapıp cümlenin ortasına yerleştiriveren her kanattan siyasetçiler, faydalı kıyaslamalar söz konusu olduğunda kadınların bu toplumda yaşadığını bile unutuyor. Ama daha cici, daha temiz, daha narin bir toplum için vazifeye çağrılan da yine kadınlar oluyor.
Oysa şiddetsizliği ve cinsiyet demokrasisini bir değer olarak benimsemiş bir toplum, bahse konu parayla kaç savaş uçağı alınabileceğini değil, örneğin kadınlar için kaç sığınma evi açılabileceğini hesaplamalı. Madem şiddeti önlemiyor, hiç değilse bunu gündemine almalı.
O PARAYLA…
Yığıldığında onlarca ton ağırlığa ulaşan o paralar ne işe yarardı? Şu kadar tank alınır, şu kadar cami açılır, bu kadar duble yol yapılırdı demezsiniz, biliyorum.
Elalem Mars’ta takılırken, coğrafyamızın kırsalında okula gitmek için Camel Trophy yapan bebelerimize tam donanımlı okullar yapılırdı örneğin. Van’da karakışın ortasında ölüsü babasının sırtında giden Muharremler için her köşe bucağa sağlık kurumları açılırdı.
Olur da medyada dilden dile dolaşan paralar geri alınırsa… Varlık içindeymiş gibi görünüp aslında kıt imkanlarla hak temelli çalışmalar yapan sivil toplum örgütlerine dağıtılsın.
O parayla kadınlar için neler yapılırdı? 100 kadın örgütü dört yıl boyunca aylık ortalama masraflarını karşılayabilir ve böylece ayakta durabilirdi. Kadın örgütlerinin bu ülke şartlarında ortalama dört buçuk yıl yaşayabildiği düşünülürse, hayat öpücüğü gibi, değil mi? O parayla binlerce kadına bilgisayar alınabilir, dünyayı takip etmelerine, başka hayatlar tanımalarına, öğrenmelerine aracı olunabilirdi… Yıllarını duvarlar arasında geçiren kadınlar için oksijen çadırı sayılacak parklar, bahçeler, sosyalleşme merkezleri açılır ve bunlar her türlü eril tacize karşı korumalı olurdu…10 kadın 5 çocuk kapasiteli yüzlerce, evet yüzlerce sığınmaevi açılabilirdi. Başka? Maddi yük bahanesiyle evlilik kılıfına uydurularak satılan kız çocuklar bu saçmalığa maruz kalmasın diyoruz ya, binlerce kız çocuğa burs verilir, ‘kader’leri değiştirilirdi… Üç kuruşu denkleştirip adaylık ücretini ödeyemeyen binlerce kadın bu parayı paylaşır ve seçimlere girerdi, böylece demokratikleşmede çok şükür bir adım atılmış olurdu!.. Kadınlar kendi televizyon kanallarını açar, kendi gazetelerini basardı… Kadınları da gören, onların farklı ihtiyaçlarının hesaba katıldığı toplumsal cinsiyete duyarlı kentler bile kurulurdu…
KADINLARIN MÜLKSÜZLÜĞÜ
Kadınların mülkiyetle ilişkisi, yastık altı kadardır. Malvarlığımız orada biriktirilen üç beş kuruştan ibarettir. Mülkümüzün toplamı diye bakmayız ama biz oraya. Paylaşmayı, dayanışmayı severiz. Asıl sermayenin tarihimiz, hikayelerimiz, ilişkilerimiz olduğunu biliriz. Kıymeti kendinden ağır kağıtlarla oynayarak büyümediğimiz için, onlara sahip olsak da ne yapacağımızı bilmeyiz. Mülksüzlük kadınlara adaleti öğretir. Madde kimdeyse olmayana verilir, böyle güçleniriz. Biz aslında mülksüzlüğü de severiz; bir kafa tutuştur o, egemenlerin kirli oyunlarına bizi sokacak kartlar dağıtılırken orada olmadığımıza seviniriz. Mülksüzlük yaratıcılığı çaresizce besler. Emek zaten en yüce kattır da, daha da yukarılara taşırız onu üretimden aldığımız güçle.
Kadınları kuralsız oyunların gönülsüz seyircileri haline getirir muktedirler. Baskıcı rejimlerin tipik özneleri pembe dizi senaryosu gibi sündükçe sünen ilişkileriyle tozu dumana katarken bize seyretmek düşer. Yan yana görme ihtimalimizin bile olmadığı paralar sayıldıkça, birileri rezil kimileri kabakulak ülkesine vezir oldukça onların eşlerini, kız kardeşlerini, çocuklarını düşünürüz. Şeytan kulağına kurşun!
Evrensel'i Takip Et