İktidar ve sokağın sanatı
Fotoğraf: Envato
İktidar, yolunda, devlet katında beraber yürüyüp, aynı şarkıyı söyleyenler, musluk akarken beraber ıslanıyorlardı yağan yağmurda. İktidar olan akapeli-cemaatli devlet koalisyonu, her türden ‘akar musluk romantizmi’ yaşarken ülke insanlarına da kan kusturuyordu. Bastıkları, el attıkları yerde ot bitmiyordu
Telekulak bütün ülkeyi sararken “çetelerle”, “terör örgütleriyle” mücadele ediyoruz, darbecileri yargılayacağız söylemleri bazı çevrelere ‘güzel’ gelmişti.
İkinci 12 Eylül, (referandumu) geniş yelpazeli “evet” desteğiyle 12 Eylül faşizminin, 12 Eylül sürdürücülüğünün, devleti (eksik parçaları tamamlayarak) bütün kurumlarıyla ele geçirmenin yolunu açıyordu.
O süreçte RTE’de, “evet” desteği veren güçler de bu adımın vesayetten kurtulma, “özgürleşme değil bir rehin alma adımı olduğunun ayırtına varmamıştı. Referanduma verilen desteğin hükümete verildiği ve Erdoğan iktidarının vesayetleri kaldırarak ‘demokratikleşme adımları atacağına inanılıyordu. “Hayır” diyenlerin ve boykot edenlerin bütün uyarılarına, söylemlerine rağmen…
Referandum sonrası devleti ele geçirdiğini düşünen, rahatlayan akape devlet partisine dönüşmüş, RTE de tek güç olduğu yanılsamasına kapılmıştı. Partisindeki tek adam yönetimini devlet yönetiminde de uygulamaya başlamıştı.
KAÇ ÇOCUK YAPALIM?
İnsanların evlerinin içine, yatak odalarına kadar girip kaç çocuk yapacaklarından, içeceklerine kadar karışmaya, özel hayata müdahale etmeye başlamıştı. 1 Mayıs’a alan yasaklaması-müdahale, Emek sinemasının yıkılması, Taksim ve Gezi Parkı projesi tepkiyle, direnişle karşılanmış sonunda büyük Haziran kalkışmasına dönüşmüştü.
Bu isyan iktidar katındaki, koalisyon ortakları arasındaki büyünün bozulmasının da başlangıcıydı. Bütün ülkeye yayılan halk isyanı RTE’nin iktidarını sarsmış “karizmasını çizmiş”, ezberini bozmuştu. Bütün köşeye sıkışmış muktedirler gibi o da bütün bir halka karşı devlet terörü uyguladı. Yoksul halk çocuklarını öldürdüler “devlet dersinde.”
İktidara yandaş çevreler o günlerde önce cemaatin yönlendirdiği polisin bu saldırılarıyla hükümeti zor duruma düşürdüğünü, tepkinin RTE’ye yönelmesine neden olduğunu dillendirdiler. Sonrasında da yine cemaate bağlı savcıların, yargının operasyonlarından rahatsızlıkları söylenir oldu.
Zaman, zaman Ergenekon, Balyoz, KCK gibi operasyonlar sonrası yaşanan uzun tutukluluklardan, Genelkurmay başkanının, Ahmet Şık’ın, Nedim Şener’in tutuklanmalarından rahatsızlıklarını dillendiren RTE-hükümet yetkilileri ve iktidar medyası, sorumlu adres olarak cemaati, cemaate bağlı yargı ve emniyet birimlerini gösteriyordu.
Tüm bu rahatsızlıklara karşın beraber yürüyorlar, birlikte kirletiyorlardı hayatı. 12 Eylül referandumunun kazananı olduğunu düşünen RTE ve hükümeti (ve tabii ki her türden destekçisi) aslında devletin kurumlarını cemaatin ele geçirdiğini, hükümeti de bu süreçte rehin aldığını perdeliyordu.
Önce Gezi sürecinde yaşanan devlet terörü “evet desteği verenlerin kopmalarına yol açtı. Ezberi bozulan, gücünü yitiren RTE hükümeti, zarar verdiğini düşündüğü iktidar ortağından kurtulmanın ilk adımı olarak, zayıflatabileceğini düşündüğü dershaneler meselesini gündeme getirdiğinde bunun büyük bir iktidar savaşına, devlet krizine yol açacağını ön görememişti.
İktidar ortağının iyiden iyiye zayıfladığını, güçten düştüğünü, gören cemaat de karşı atağa geçerek referandum sonrası rehin aldığı hükümeti tümüyle teslim almak, etkisizleştirmek, tüm yetkileri kendine bağlı devlet birimlerinde toplamak için operasyonlarına başladı. MİT kriziyle başlayan, 17 Aralık operasyonuyla zirveye çıkan operasyonlar zinciri, Cumhuriyet tarihinin en büyük, en kirli iktidar savaşına, devlet krizine yol açtı.
İktidarları boyunca halka karşı her türlü kötülüğü birlikte yapanlar, artık birbirine düşmüştü. Karşılıklı biriktirdikleri kirli belgeler ortalığa saçılıyordu. Yolsuzluk batağına batmış, halkı soyan, evlerinden milyon dolarlar çıkan kirli iktidar bir yanda, 12 Eylül ürünü cemaat bir yandaydı ve hepsi halka karşıydı.
Önce referandumda ve değişik zamanlarda destek olanlar kullanıldık, aldatıldık, yanıldık dedi arka arkaya; sonra RTE aldatıldık, kandırıldık, ne kadar safmışız dedi. Oysa hepsi gönüllüydü, hepsi halka karşı birlikteydi. Mesele “aptallıkta” değil duruşta, durmayı seçtikleri yerde, seçimlerindeydi
İktidar/devlet katında bu kirli güç savaşı sürerken ne yazık ki halk ve en geniş yelpazesiyle muhalif yapılar, demokrasi güçleri yalnızca biteni izleyen konumunda. İktidar güçlerinin karşısında gündeme müdahale edebilecek, gündemi belirleyecek bir güç oluşturulamamaktadır. Haziran ayaklanmasıyla sokağa çıkan toplumsal muhalefetin sürekliliği de kesintiye uğramış, geri çekilmişti.
Belli gündemlerle, belli günlerde sokağa çıkılsa da etki gücü zayıftı. Gezi/isyan günlerinde iktidarıyla muhalefetiyle aktivisti, pasifistiyle herkes görmüştü; isyan da, direnişte ‘bir sanattı’. Halkıyla, aydınıyla, sanatçısıyla isyan safında yer alanlar zekâlarıyla, yaratıcılıklarıyla, direnç ve umudu çoğaltan dayanışmalarıyla sokağın sanatını yaratmışlardı.
15-18 Ağustos 2013 tarihleri arasında Dikili’de gerçekleştirilen 7. Türkiye Tiyatro buluşmasında söyleşilerin ve atölyelerin ayrı bir yeri ve önemi vardı. Sanat Sokağı’nda yapılan söyleşilerden birinin başlığı da “Sokağın Sanatını Yaratmak”tı. İki oturumda yapılan ve benim de katılımcılarından olduğum söyleşinin 1. oturumuna Prof. Dr. Nurhan Tekerek, Prof. Dr. Özdemir Nutku, Haluk Işık, Tuncer Cücenoğlu, Orçun Masatçı katılmıştı konuşmacı olarak. Konuşmacı olarak yer aldığım 2. oturumun diğer katılımcıları da Üstün Akmen, Işıl Özgentürk ve Levent Öktem’di.
Bu yazıyı yazdığım saatlerde birçok kentte binlerce insan “Hırsız Var… Hükümet İstifa” diyerek sokaklara, alanlara çıkıyordu. RTE ve oğlu Bilal Erdoğan arasında geçen görüşme kaydı gündemi sarsmış, insanları sokağa dökmüştü.
Devletin başında (akapesiyle cemaatiyle) iktidar mücadelesi veren güçlerin kirli savaşı sürerken halkla devlet güçlerinin mücadele alanıysa sokaktı. Önümüzde sıcak günler var. Haziran ayaklanmasında olduğu gibi yeni isyan günleri, yeniden, sokağın, isyanın, direnişin sanatını yaratma günleri. Devlet katındaki iktidar savaşının kazananı cemaat de olmayacak, akape hükümeti de. Halkın kazanması tüm muhalif ve gerçek demokrasi güçlerinin sokağın ve direnişin sanatını yaratmasıyla sağlanabilir. Çünkü hayat sokakta ve sokak özgürleştirir.
- Düşen yapraklar (1) 27 Mart 2024 04:15
- Nihat Ziyalan: Yılmaz Güney’in kan kardeşi, filmlerin kötü, gönlümüzün ve edebiyatın iyi insanı (2) 13 Mart 2024 04:20
- Nihat Ziyalan: Yılmaz Güney’in kan kardeşi, filmlerin kötü, gönlümüzün ve edebiyatın iyi insanı (1) 06 Mart 2024 04:15
- Bilal İnci: Zalim, gaddar, acımasız kötü adam 28 Şubat 2024 04:20
- Geleneksel Türk tiyatrosunun son temsilcisi: İsmail Dümbüllü 21 Şubat 2024 04:00
- Atatürk, ‘Ben Bir İnkılap Çocuğuyum’ filmi ve Münir Hayri Egeli (3) 14 Şubat 2024 04:15
- Atatürk, “Ben Bir İnkılap Çocuğuyum” filmi ve Münir Hayri Egeli (2) 09 Şubat 2024 04:20
- Atatürk, ‘Ben Bir İnkılap Çocuğuyum’ filmi ve Münir Hayri Egeli (1) 04 Şubat 2024 04:35
- Jönlükten kötü adamlığa bir sinema sevdalısı: Hüseyin Peyda 28 Ocak 2024 04:33
- Şerafettin Kaya: Ben İyi Biri Olmadan Önce 21 Ocak 2024 05:10
- Yeşilçam’ın Çınarları (6): Vedat Örfi Bengü: ‘Mısır’da sinemayı kuran Türk’ 14 Ocak 2024 04:43
- Yeşilçam’ın Çınarları (4): Aziz Basmacı, Vahi Öz 07 Ocak 2024 04:04