Dinlene dinlene, gözetlene gözetlene
Fotoğraf: Envato
Yıllar önce, televizyonlarda yayımlanan “Biri Bizi Gözetliyor (BBG)” adını taşıyan ve benzeri tarzda yapılan başka programları hatırlarsınız. O zamanlar şöyle düşünürdüm: gelecekte bu programlarda olduğu gibi insanlar her an her yerde devlet otoritesi tarafından gözetlenmeye, izlenmeye, dinlenmeye başlarlarsa büyük bir kitle bunu meşru karşılayacak ve kitlesel bir tepki ortaya çıkmayacak. O programlar çok ilgi çeker ve seyredilirdi. O programlar kanalıyla ünlü olmak, başkaları tarafından konuşulur olmak isteyen insanlar mutlaka bulunurdu. Bu tür programların sunucuları da yaptıkları işe bir gizem katar, dünyanın en önemli işini yapıyormuş gibi davranır ve izleyicileri ekrana kilitleyecek stratejiler uygularlardı. Bu programları izleyenler de, dünden hazır, çok büyük bir merakla BBG karakterlerine odaklanır ve karakterler arasındaki ilişkileri günlük hayatlarında ağızlarından düşürmezlerdi. Başkalarının hayatına karşı duyulan bu merak ve onların hayatı hakkında dedikodu yapma arzusu nedeniyle belki de, insanların kendi hayatları devlet tarafından gözetlendiğinde çok önemli bir sorun varmış gibi algılanmıyor. Kişi kendisinin zaten yaptığını, devlet yaptığında neden eleştirsin ki?
Bugün kitlelerin gözetleyici devlete karşı tepki göstermemelerine bu programların yol açtığını söylemiyorum tabii ki. Bu programların ortaya çıkışı ve bu kadar talep görmesi gözetleme toplumuna çok da zor olmayacak bir şekilde geçeceğimizin ipucuydu. George Orwell’in 1984 adlı eserinde kurguladığı toplum çok uzak değildi. Böyle bir toplum sadece filmlerde ya da romanlarda, özellikle de bilimkurgu romanlarında yoktu. Bizzat yaşadığımız toplumda, insanlar gözetleme merakını ve bununla bağlantılı olarak denetleme ve her şeye hâkim olma arzusunu günlük hayatlarında çeşitli şekillerde gerçekleştiriyorlardı. Eğitim süreçlerinde, iş ortamlarında, çocuklarıyla ilişkilerinde iktidara sahip olan, üstün durumda olan taraf gözetliyor, denetliyor, hâkim olmanın yollarını bulmaya çalışıyordu.
Bugün yaşadığımız durum ise, çok örtük bir biçimde bugüne kadar iş başında olan gözetleme ve denetleme mekanizmalarının ayyuka çıkmasıdır. Artık devlet, hiç saklamadan insanların özel hayatını dinliyor, gözetliyor, çeşitli düzenlemeler yaparak insanların özel hayatına müdahale ediyor. Bu yaptığını meşrulaştırmak için güvenlik gerekçesini kullanıyor. Adeta büyük organize suç örgütleri gibi işleyen devlet organizasyonları, kapitalist üretim biçimi yoluyla yarattıkları güvensizlik ve tehlike ortamında güvenlik gerekçesini kullanarak dinleme, gözetleme, denetleme yapıyor ve toplumların yaşamına müdahalede bulunuyor. Aslında güvenlik gerekçesini kullanmasına da gerek yok belki. Çünkü insan, gözetlemeyi ve denetlemeyi zaten bireysel olarak yapmayı meşru gördüğüne göre, devletin yapmasına da ses çıkaracak durumda değil. Dolayısıyla bir suç ortaklığı söz konusu… İşte bu suç ortaklığı hissiyatı nedeniyle de, güvenlik gerekçesi, dinleme ve gözetleme için kullanılması meşru bir gerekçe oluyor aynı zamanda. Böylece dinleme ve gözetleme için rıza oluşturulmuş oluyor.
Gidişat bundan sonrası için hiç de parlak değil. Merak edenlerin, George Orwell’in “1984” adlı eserini (filmleri de var) ve ayrıca Ray Bradburry’nin “Fahrenheit 451” adlı eserini (bunun da filmi var) okumalarını öneririm. İnsanların iyiden iyiye yabancılaştığı, hiçleştiği, tam bir nesne haline geldiği dünyalar anlatılıyor bu eserlerde. Bu eserlerde devletin gözleri her yerde… Kameralar, muhbirler, ajanlar, vs… Hatta çocuklar kendi anne babalarını ihbar ediyorlar sisteme karşı bir davranış ve düşünüş içinde olduklarında. Bu bile hiç uzak değil. Örneğin şimdilik bir meslek lisesinin yönetimi, öğrencilerin, muhalif olan öğretmenlerini idareye bildirmelerini istemiş. Bunun için sınav yapar gibi 3 adet soru sormuşlar. Çocuk resmen muhbir yerine konulmuş. Zaten her sınıfta mutlaka bunu yapacak ve öğretmeni tarafından kötü davranılmış birkaç öğrenci bulunur. Bunu yaptırmak kolay yani…
Olacak bir başka şey ise şudur: Devlet organizasyonu insanların hafızasını da silmeye, yok etmeye ya da bellekte belirsizlikler ve çelişkiler yaratmaya çalışacak. George Orwell, kendi eserinde bunu tarihteki olayların yeniden yazıldığı bir ofisin varlığıyla göstermiş. Bütün bilgilerin sanal ortamda kaydedilmesi bunu kolaylaştırır. Ray Bradburry ise bunu, görevi, bulduğu kitapları yakmak olan bir itfaiye kurumuyla göstermiş. Sosyokültürel üretime uygulanan sansür buna benzetilebilir. Ama zaten kitapların yakılması insanlık tarihinde olmamış olaylar değil. Bırakın kitapların yakılmasını, yakın tarihimizde bile insanları yaktılar da, koca devletin koca ordusu ve polisi kılını bile kıpırdatmadı.
Bu her iki eserde de kahramanlar, mücadeleyi bırakmayan yaşama dört elle sarılan, belleğine sahip çıkan, belleğine sahip çıkmakla birlikte geleceğine de sahip çıkan insanlar.
- Eğitimde reform… Kim için ve ne için? 15 Ekim 2016 00:26
- İhtisaslaşmış kölelik 17 Eylül 2016 00:11
- Meslek liselerinin devri? 10 Eylül 2016 00:56
- Mültecilik, kölelik midir? 03 Eylül 2016 00:54
- Özgürlük, adaletten başka bir şey değildir 06 Ağustos 2016 00:51
- İnsan olmak, demokrasi ve yabancılaşma 30 Temmuz 2016 01:00
- Demokrasi eğitimi ve demokrasinin neresindeyiz? 23 Temmuz 2016 00:51
- Vatandaş mı, yandaş mı, düşman mı? yoksa insan mı? 16 Temmuz 2016 00:51
- Yabancı öğretmen yetiştirme düzeni 09 Temmuz 2016 01:00
- Performans kaygısı 02 Temmuz 2016 01:00
- Maarif Vakfı Kanunu 25 Haziran 2016 00:51
- Başka bir seçenek hakkı için: ‘Yeter Artık’ 18 Haziran 2016 00:13