09 Mart 2014 00:07

Peruk meselesi

Peruk meselesi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Kirvem,
Bin dokuz yüz kırklı yılların sonlarından itibaren tek partili seçimlerin rafa kaldırılıp, ardından da Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle başlayan süreçle birlikte, halkımız “demokrasi” kavramıyla yavaş yavaş da olsa flört edince, anladık ki adıyla sanıyla demokrasi denen, bir bakıma halkın kendi kendini idare etme tarzı, kelimenin tam anlamıyla bizler için biçilmiş kaftandı!
Neden?
Çünkü eskiden, daha da doğrusu padişahlık döneminden, dolayısıyla “kul”luktan kurtulup, hemen akabinde de kurduğumuz cumhuriyetle “vatandaş”lığa terfi edip, bunun yanı sıra bir de tek partili düzene son verince, milletçe farkında olmadan galiba feleğimizi şaşırmış olacağız ki, sokakta, kahvehanelerdeki günlük konuşmalarımızda sıkça şunu dillendirdik:
“Memlekette ‘demirkırat’ var, herkes istediğini yapar!”
Demokrasi algısının başlangıçta zihinlerimizde çağrıştırdığı bu sınırsız “hürriyet”le yakından uzaktan ilgisinin olmadığını, hatta tam tersine her bireyin özgürlüğünün diğer vatandaşların sınırına kadar uzayıp orada noktalandığını, demokrasilerde “keyfilik”ten ziyade “sorumluluk”ların daha da ağır bastığını, zaman içinde az-çok tökezleyerek de olsa milletçe bellerken, diğer yandan askeri darbelerle zırt-pırt kesintiye uğratılıp kuşa çevrildikten sonra dönüp dolaşıp, eninde sonunda “çoğulcu”luktan yana yeterince nasibini almış, katılımcı bir demokrasinin temellerini acaba gerçek anlamıyla atabildik mi?
No!
Aslında yamalı bohçadan farksız anayasamızın birbirinden cafcaflı bilumum maddelerine göre; “Demokratik, sosyal bir hukuk devletiyiz” ve en önemlisi de yüce devletimizin nezdinde birer “vatandaş”, keza “devlet baba”mızın indinde birer “yurttaş” olarak birbirimizden zerreyi miskal kadar ayrımız, gayrımız, farkımız olmadığı gibi, ayrıca bu konuda hukuk terazimizin hassasiyetinden de asla şüphe etmememiz gerekir!
Kağıt üzerindeki bu hükümleri bir tarafa dehleyip, öte taraftan gerçek yaşantımızda bunun böyle olmadığını, üstelik eski defterleri fazlaca karıştırmadan, sadece ve sadece şu son günlerde memleket semalarında esen rüzgarlara, dönen “fırıldak”lara bakılırsa, ayan beyan görünen o ki, “çoğunluk”çu bir zihniyetin hegemonik baskısıyla başımız hepten dertte!
 Seçimlerde “sandık”tan çıkan oyların çoğunluğunu demokrasi adına yegane geçerli “kriter” belleyip, öte yandan her türlü azınlıkların ve onların temel haklarını deyim yerindeyse halı altına süpürüp, görmezlikten gelip, dahası da yüzde onluk barajlı seçim sistemiyle demokrasiden bahsedip, bunu da yüce Mecliste parmak sayısına indirgeyen bu çarpık demokrasiden memlekete hayır gelmediği tam da şu günlerde asma kabak misali ortada!
Nitekim Meclisteki “çoğunluk” oylarının “sarhoş”luğuyla bir günden diğerine, ya da bir gece ansızın istedikleri kararları alıp, keyiflerince diledikleri kanunları şıpınişi geçirip, hele hele yine şu son günlerde ortalıkta sebilullah dolaşan yolsuzluk kasetleriyle kimlerin, hangi “muhterem yetkili zevat”ın kapalı kapılar ardında hangi dolapları çevirdiklerini, “mal”ı nasıl götürdüklerini bu kez Gezi’de “destan” yazan polislerin tam aksine ibreti alem için ortaya döken “hain” polisinden savcısına, hakiminden valisine kadar binlerce insanı oradan oraya sürerek estirdikleri bu “terör”e bakılırsa, görünen o ki, memleket gerçekten de “dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç” şarkısının sanki arifesinde!
Ama olsun!
Olsun; çünkü dinden, imandan, haktan, adaletten yana her Allah’ın günü belagatli nutuklar atan bu zevatın başlarındaki rengârenk perukların bu hengamede ortaya saçılıp kellerinin görünmesi, belki de bundan böyle ülkemizde “hayırlara vesile” mi olur, kim bilir Kirvem!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa