Bu saldırılar sürerse, böyle nereye kadar?
Urla, Aksaray, Ordu ve Giresun’dan sonra, birkaç günden beri de Fethiye’de ırkçı, şoven güruh Halkların Demokratik Partisine (HDP) yönelik saldırılarını sürdürüyor. Öyle ki HDP’yle ilgisi olmayan ama Kürt olan esnafın dükkanlarının tahrip edilmesine kadar vardı saldırı. Yarın bu saldırıların nerede yineleneceğini ve nerelere kadar varabileceğini bilmek de çok olanaklı değil.
Ancak bu tehlikeli tırmanış karşısında Başbakan, İçişleri Bakanı, Hükümet sözcüsü ve iktidar partisi sözcüleri, ortamla bir geçmiş olsun çizgisinde bile durmuyor, sanki bu saldırlar onların yönettiği ülkede olmuyormuş gibi davranıyorlar. CHP ve MHP de “seçim güvenliğini tehdide” dönüşen ve ülke çapında başka çatışmaları da körükleme ihtimali güçlenen saldırılar karşısında sessizliklerini titizlikle koruyorlar!
Sermaye basını ve çatışmaların olduğu kentlerdeki yerel basın ve yerel siyaset erbabı, yöredeki idareciler, yereldeki kimi “muteber” kişiler, bu saldırıları ağırlıklı olarak ve utanmazca “halk tepkisi” olarak göstererek saldırgan güruha, vandalizme meşruiyet sağlamaya çalışıyor, saldırıyı organize edenleri ve saldırganlara kol kanat gerenleri de gözlerden saklamayı amaçlıyorlar.
SALDIRILAR KİMİN MARİFETİ?
Ancak bu saldırıları, klişe bir ifadeyle ırkçı, şoven, faşist odakların “tepkisi”, onların bir “marifeti” olarak göstermek de olup bitenleri anlamaya ve anlatmaya yetemez. Çünkü “ırkçı, şoven, faşist güruh”,… gibi nitelemeler belki saldırganların bir özelliğine işaret ediyor ama olup biteni anlatmaya yetmiyor. Ya da “Bu kontrgerillanın işi”, “derin devletin işi” değerlendirmesi de saldırganlığın “kumanda merkezini” ifade ediyor ve bu da sadece olup bitenin bir yanı.
Evet, ülkemizde, 1955’teki 6-7 Eylül olaylarından beri bu tür halka, ilerİci demokrat güçlere yönelik saldırılar kontrgerilla faaliyeti olarak gerçekleşmektedir. Nitekim son yıllarda bu tür saldırıların organize ediliş şekli, katılan kitlenin ideolojik yapısı, sosyal durumu ve attıkları slogan ve kullandıkları yöntemlerin bire bir benzerliği bunu açıkça göstermektedir.
Ancak açıklamamız bundan ibaret kalırsa yine olanları anlatmaya yetmez. Çünkü kontrgerilla, legal devlet kurumlarıyla, sermaye partileriyle, yerel yöneticiler ve yerel, dini, siyasi, “kanaat önderi” vb. kişilerle ilişkilendirilmediğinde soyut, bütün bu etkili, yetkili, “hatırlı” zevatın suçlarını üstünü örtmenin bir aracına dönüşür. Ancak bu faaliyet Vali, Kaymakam, Emniyet Müdürü, Belediye Başkanı ve yerelin önde gelen siyasetçileri, sendikacı, ticaret ve sanayi odaları, esnaflar zanaatkar örgütleri,… gibi temsil niteliği olan kişilerin koruyup kollaması, bu organizasyona destek sunmasıyla ilişkilendirildiğinde bu saldırganlık anlaşılabilirdir. Çünkü bu saldırılar bir anda bu baldırı çıplaklar güruhunun bir nedenle galeyana gelerek başlattığı ve öfke yatışınca da biten saldırılar değildir. Tersine bu saldırılar, yereldeki siyasi ortamı, sosyal yaşamı, hatta ekonomik yaşamı yeniden biçimlendirmeyi amaçlayan çok boyutlu operasyonun vurucu gücü olarak kullanılmaktadır.
SALDIRGANLAR, POLİS VE İDARECİLER AYNI DUYGU, DÜŞÜNCE VE RUH HALİ İÇİNDE!
Fethiye’de HDP binasının basılması sırasında, Belediye Başkanı ve Kaymakamın emriyle HDP tabelasını söküp “kalabalığın ayaklarının dibine” atarken itfaiyecilerin vücut dillerinin (öfkeli ve işlerini şehvetle yapmaları, konuşmalarındaki vurgular) dilleri onların saldırgan güruhla aynı duygu, düşünce, ruh hali ve reflekslere sahip olduğunu göstermektedir. Ve bir tek bu olayın analizi bile aslında nasıl bir kontrgerilla ve onun yereldeki kol kanat gericilerinin eylemiyle karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.
Bu yüzdendir ki Fethiye’deki saldırıdan öncelikle Kaymakam, Belediye Başkanı, Emniyet Müdüründen başlayarak ilçedeki tüm sermaye partilerinin yereldeki liderleri ile ilçedeki etkili-yetkili sorumluluğundan, onların görevden alınmasıyla başlamadan saldırının sorumlularına ulaşılması olanaksızdır.
SALDIRGANLAR İÇİN ‘STATÜ’ VE ‘KARİYER’ İMKANI!
Ve elbette bu tür saldırganlıklar ülkede Hükümet ve sermaye partilerinin oluşturduğu siyasi atmosferden beslenerek ete kemiğe bürünmektedir. Bu yüzden de bu saldırıların siyasi sorumlusu öncelikle Başbakan ve Hükümetidir.
Başbakan ve Hükümeti, bugüne kadar Sinop, Samsun, Ordu Giresun, Aksaray, Urla gibi il ve ilçelerde saldırganlar, yerel idareciler, emniyet yetkilileri hakkında hiçbir idari ve adli işlem yapmamıştır. Onun için de saldırganlar ne yaparlarsa yapsınlar yanlarına kalacağı duygusuyla saldırılarını pervasız biçimde yapabilmekte, böylece saldırılar saldırgan güruhu oluşturan çoğu işsiz güçsüz takımı için bir “statü”, bir tür “kariyer yapma” imkanı olarak kullanılmaktadır. Ki, ülke sathında bu ırkçı, şoven, muhafazakar, gerici güç odaklarının yaygınlığı ve etkisi dikkate alındığında, bu saldırganların sırtının sıvazlanması, işledikleri ağır suçların görmezden gelinmesi, bütün ülkeye yayılacak tehlikeli yangına benzin dökmek anlamına gelecek bu saldırganlık son derece tehlikeli gelişmelere yol açabilir.
‘ŞER İTTİFAKI’NDA BAŞ SORUMLU HÜKÜMET!
Kısacası, bir yandan seçim güvenliğini ortadan kaldıran öte yandan da bir Türk-Kürt çatışmasını kışkırtan bu gelişmelerin baş sorumlusu Hükümettir.
Miting alanındaki Emniyet Müdürüne bile “Sen orada ne yapıyorsun?” diye fırça atan Başbakan, bir ilçeyi saatlerce adeta işgal eden güruhla iş birliği yapan emniyet yetkilileri, Kaymakam ve Belediye Başkanına hiçbir şey demiyor. Ki böyle bir tutumun Hükümet için bir tek anlamı vardır; olup bitenden hoşnut olmak!
Başbakan, İçişleri Bakanı ve AKP sözcüleri gibi muhalefet partileri CHP ve MHP de aynı biçimde ülke sathında onulmaz yaralar açabilecek gelişmeler karşısında büyük bir aymazlıktan beslenen bir sessizlik içindedirler.
Dolayısıyla yereldeki legal devlet yetkilileri, gerici odaklar ve karanlık güçler arasında oluşturulan ittifak ülke çapında sermaye partileri, Hükümet ve Başbakan arasında da oluşmuştur. İlginçtir ki, hiçbir konuda anlaşamayan partiler, bu kontra saldırı karşısında susarak “şer ittifakı” yapmışlardır.
‘ŞER İTTİFAKI’ AMACINA VARIR MI?
- Bu böyle nereye kadar gider?
- Bu ağırlığı barış ve müzakere süreci ne kadar taşıyabilir?
- Bu saldırganlıklardan gündemi değiştirmekten, Kürtlerin Hükümete sığınması onu tek çözüm seçeneği olarak görmesi için fırsatlar çıkarmak nereye kadar sürdürülebilir?
Bu sorulara şimdiden kestirme yanıtlar vermek olanaklı değildir.
Ama öyle görünüyor ki Hükümet ve ülkeyi yöneten güçler, “Bir şey olmaz, gerilir gerilir sonra gevşer” taktiğinde ısrarlıdırlar.
Ancak bu böyle gitmez, gidemez. Bugüne kadar gitmiş olması yarın da böyle gideceği anlamına gelmez. Hele de dünyada, bölgede ve Türkiye’de böyle gitmemesi için nedenlerin bu ölçüde hızlı büyüdüğü bir dönemde!
Böyle gitmediğinde kimin üstüne yıkılacağını bilmek ise çok zor değildir.
Çünkü böyle durumlarda eğer mücadeleci güçler doğru tutum alırsa, sistem, ülkeyi kim yönetiyorsa onun üstüne yıkılır. Bu durumda “Ben yapmadım paralel devletin komplosuymuş!” demek de işe yaramayabilir.
Evrensel'i Takip Et