Yabancılaşma, çarpık sevgi, gönüllü kulluk, şiddet
Fotoğraf: Envato
Derin bir rahatsızlık hali… O kadar derin ki, dışarıya ŞİDDET olarak vuruyor kendisini… Haftalardır bulaştığım yabancılaşma kavramıyla da açıklanabilir belki, ama o bile yetmeyebilir.
Kendisini SEVDİĞİNİ söyleyen eski SEVGİLİSİ tarafından otobüste vurularak öldürülen Özge… Hem de Dünya Emekçi KADINLAR Günü’ne az kala… Hem de, Özge ve ailesi, polisten koruma istemelerine rağmen… Özge’nin ağabeyinin deyişiyle, pişkince bir tavırla reddedilerek… Bu nasıl bir SEVGİ… Onu öldüren eski SEVGİLİSİ de daha sonra, KENDİNİ asarak, intihar etmiş. SEVGİSİ uğruna öldürdükten sonra…
Bu konuda yazmaya karar verdiğim sırada, HDP’ye saldırılar devam ediyordu ve en son Fethiye’de parti binasına saldırılmış, camları kırılmış, parti tabelası zorla indirilmiş ve ne anlam taşıyorsa, tabela yerine Türkiye bayrağı asılmıştı. Sanki HDP Türkiye Cumhuriyeti’nin meşru bir siyasi partisi değilmiş gibi… Binaya saldıranlar çok büyük bir hınç içindeydi. Ve bunun karşısında polis bile duramıyor, saldıranları engellemiyordu; solculardan esirgemediği ŞİDDETİ bu saldırganlara uygulamaktan imtina ediyor (!), ama onların ŞİDDET uygulamasına göz yumuyordu. Tıpkı, Özge ve ailesinin koruma talebini reddettiklerinde olduğu gibi, umursamaz bir tavırla… Televizyonlar da bu ŞİDDET (linç, haneye tecavüz, vs.) olayını HDP’nin protesto edilmesi ya da gerginlik şeklinde haber veriyorlardı.
Bu iki olayın bağlantısı ne olabilir ki, derseniz, haftalardır dalaştığım yabancılaşma olgusunu gösterebilirim. Tabii ki, ŞİDDET, bu olayların ortak noktası; ama bu görünen yüzü… Tıpkı ayın karanlık yüzü gibi görünmeyen tarafında ise yabancılaşma süreci konuşlanmış durumda… Hem de üstelik SEVGİ duygusunun/kavramının arkasına saklanarak… Ama karanlık, ne idüğü belirsiz bir SEVGİ…
Gelelim yabancılaşmaya… Erich Fromm’un”Marx’ın İnsan Anlayışı” adlı eserinden alıntıyla,yabancılaşma sürecinde insanlar yarattıkları sembollere tapıyor, hayran oluyor, kulluk ediyorlar; onu putlaştırıyorlar. Bu semboller, devlet, dini kurumlar, bir kişi ya da bir mal, nesne olarak da ortaya çıkabiliyor. İnsan, kendi yarattığı ve aslında bir çırpıda indirebileceği, yerin dibine batırabileceği, yok edebileceği o sembole taparken yabancılaşma yaşıyor. İnsanlar, kendi güçlerini bu sembollere, putlara aktarıyorlar; aktardıkları oranda, bunlara bağımlılıkları da artıyor ve kendileri insanlıkları açısından fakirleşiyorlar. Erich Fromm, bu süreç ile birlikte, insanların, kendilerini görememeye başladığını belirtiyor. Bu tür yabancılaşma örnekleri arasında, en yaygın olanının, dilde oluşan yabancılaşma olduğunu ifade ediyor Fromm. İnsan, bir kelimeyle bir duyguyu anlatmak istediğinde, örneğin “SENİ SEVİYORUM” dediğinde içinde bulunan bir gerçekliği, yani sevginin gücünü, karşısındakine söyleyip iletmek istiyor. SEVGİ kelimesi-kavramı, sevgi olgusunun bir sembolü oluyor. Bu o kadar güçlü bir sembol oluyor ki, kelimenin kullanılmasıyla bir duygunun yaşanmasının eş anlamlı olduğunu düşünmeye başlıyor insan. Yani insan duyguyu hissetmese bile, bu lafı söylediğinde duyguyu aktardığını sanıyor.
O yüzden, insan sevdiğini nasıl öldürür, bu nasıl sevgi, diye merak ediyorsanız işte bu yabancılaşma olgusunda bulabilirsiniz cevabı. Öylesine bir yabancılaşma ki, bu yaptığının üzerine KENDİNİ de öldürebiliyor. İnsan kendi yaşam alanına da o kadar anlamsızca uzak ki, siyaset yapmak deyince de partizanca ŞİDDET geliyor aklına, yaşam alanı üzerinde karar sahibi olmaya çalışmak yerine. İnsan öylesine kul köle oluyor ki, şeyleşiyor ki, hiçleşiyor ki bu yabancılaşma sürecinde, taptığı kişiler, inançlar, kurumlar, devlet, vatan, etnik kimlik, milli duygular adına şiddet uygulayıp öldürebiliyor. Örneğin, polis, ŞİDDETİ önlemek yerine, ona göz yumuyor ya da kendisi uyguluyor. O yüzden çok kolay insanları kitleler halinde savaşa koşturmak. Bu yaygın şiddet, bu nefret söylemi, bu kin böylece canlı tutulabiliyor bir toplumda. Provokasyon denilen,hiç kimsenin dilinden düşmeyen,herkesin anladığını sandığı garabet de işte böyle kolaylaşıveriyor kitleleri peşinden koşturduğunu sanan iktidarın elinde. Oysaki bir silkinmeye bakar o putları kırmak, o sembolleri, o tapılanları hiçleştirmek…
Dün Berkin’i de kaybettiğimiz haberini aldık. Çocukların SEVİLDİĞİNİN iddia edildiği bir ülkede kaybettik Berkin’i. Başına gaz fişeği isabet etmişti. SORUMLUSU KİM? Haberlere göre, sorumlular hafızalarını kaybetmişler. Hiçbir yetkilinin kendisini hiçbir şeyden sorumlu hissetmediği bir ülkede uyandık yine…
- Eğitimde reform… Kim için ve ne için? 15 Ekim 2016 00:26
- İhtisaslaşmış kölelik 17 Eylül 2016 00:11
- Meslek liselerinin devri? 10 Eylül 2016 00:56
- Mültecilik, kölelik midir? 03 Eylül 2016 00:54
- Özgürlük, adaletten başka bir şey değildir 06 Ağustos 2016 00:51
- İnsan olmak, demokrasi ve yabancılaşma 30 Temmuz 2016 01:00
- Demokrasi eğitimi ve demokrasinin neresindeyiz? 23 Temmuz 2016 00:51
- Vatandaş mı, yandaş mı, düşman mı? yoksa insan mı? 16 Temmuz 2016 00:51
- Yabancı öğretmen yetiştirme düzeni 09 Temmuz 2016 01:00
- Performans kaygısı 02 Temmuz 2016 01:00
- Maarif Vakfı Kanunu 25 Haziran 2016 00:51
- Başka bir seçenek hakkı için: ‘Yeter Artık’ 18 Haziran 2016 00:13