12 Mart 2014

Yeniden cehennem politikası

Hükümetin, Gülen Cemaati ile köprüleri attıktan sonra ortaya dökülen yolsuzluk ve rüşvet belgeleriyle başlayan 17 Aralık soruşturması, AKP Hükümetini uzun iktidar dönemi boyunca en çok köşeye sıkıştıran gelişmelerden biri oldu. Başbakanın Siyasi Başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın ‘Milli orduya kumpas kurdular’ açıklaması ise, AKP Hükümetinin, Cemaatin saldırılarını püskürtmek için yeni bir saflaşma yaratarak generallerin, ulusalcı çevrelerin desteğini arkasına alması hesabına dayanıyordu.
Bu sadece bir ittifak girişimi değil, aynı zamanda Türkiye’nin gündemini de alabora etmeye yönelik bir hamleydi de.
Bu ittifakın ilk sonuçlarını ÖYM’lerin kaldırılmasıyla ilgili düzenlemenin ardından, Ergenekon sanıklarının tahliye süreçleriyle eş zamanlı olarak ortaya çıktı. HDP’yi hedef alan zincirleme saldırıların bu süreçte başlaması bir tesadüf sayılamaz. Tasfiye edilmemiş olan ve gelecek işareti bekleyen kontra odaklar belli ki, harekete geçiyor ve bilinen tarihsel, sosyal nedenlerle de her kalkışmada çevresinde hatırı sayılır bir Kürt düşmanı kalabalık da bulabiliyor. Bunun illa falanca partinin tabanına üye olması da gerekmiyor. Bu, onlarca yıldır içi ve dış tehdit söylemleri, Kürtlere karşı devletin çeşitli aygıtları eliyle üretilen nefret söylemi ve genel olarak Türk olan dışındaki herkese karşı kendisine tabi olmuyorsa ötekileştirme üzerine kurulu düsturun ürettiği ve harekete geçirilmek için hazır bekleyen bir toplumsal zemindir.
HDP’ye saldırılara Hükümet tarafından seyirci kalarak verilen destek de bu yeni ittifakın ruhuna uygun düşünüyor.
19 Şubat’ta Edirne’de, 23 Şubat’ta Urla’da, 4 Mart’ta Aksaray’da, 5 Mart’ta Karaburun’da , 7 Mart’ta Ordu ve Giresun’da, 9 Mart’ta da Fethiye’de gerçekleşen saldırılar bir virüs gibi yayılarak devam ediyor. İlk saldırı gerçekleştirenlerin ‘sırtının sıvazlandığı’ anlamına gelen müdahalesizlik diğer saldırılar için de vize kabul ediliyor ve Fethiye’de de devletin oradaki en üst düzey Mülki erkanı da doğrudan ve topyekûn olarak hazır ve nazır bulunuyor.
6 - 7 Eylül 1955’te İstanbul’da yaşayan başta Rumlara olmak üzere azınlıklara yönelik olarak gerçekleşen tertip ve yağma hareketi, Türkiye için şu ana kadar yüzleşilmemiş bir tarihtir. O dönem Seferberlik Tetkik Kurulunda görevli olan, 1988-1990 yılları arasında MGK genel sekreterliği yapan Sabri Yirmibeşoğlu, Gazeteci Fatih Güllapoğlu’na verdiği röportajda şu itirafta bulunmuştu: “6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı.” (Fatih Güllapoğlu, Tanksız Topsuz Harekat, Tekin Y, 1991)
Eğer o tertip ile yüzleşilmiş olsaydı bugün zincirleme olarak süren ve Fethiye’de adeta bir şoven devlet kalkışmasına dönüşen o görüntüler yaşanır mıydı?
Ergenekon sanıklarının tahliyelerinin hemen ardından yaptıkları açıklamalar ise, yolsuzlukların örtülmesi konusuna Hükümet ile ortak hareket edeceklerini ve enerjilerini Kürt düşmanlığına dayalı şoven siyaseti Türkiye’nin temel gündemi haline getirmek için kullanacaklarını gösteriyor.
Doğu Perinçek’in tahliyesinin ardından yaptığı şu açıklama bunun işaretlerinden biridir: “Bu davalar için bazı güçler kendilerine verilen görevleri yaptılar. Bu nedir F gladyodur, Fethullah örgütüdür. Bunlar yaptı. Türkiye şimdi bunların hakkından gelecek. Hırsızlık, yolsuzluk Türkiye’nin bence ikincil gündem maddesidir. Vatan elden gidiyor. Adam diyor ‘Ben özerklik ilan edeceğim. Türkiye’yi parçalayacağım’ diyor. Bundan önemli bir gündem olabilir mi?​”
Kemal Kerinçsiz’in tahliyesinin ardından yaptığı açıklama da bu işaretlerden bir diğeridir:
“Kürt devletinin temelleri fiilen atılmak üzeredir.”
Başka halkları tehdit görme üzerine kurulu siyaset tarzı, vaktiyle Hrant Dink’in de söylediği ve söylediği için de hedef olduğu ‘Türk’ün kanını zehirleme’ politikasından başka bir amaca hizmet etmiyor.
Bu Türkiye halklarının acısını onlarca yıldır büyük bedellerle ödediği bir cehennem politikasıdır. Hepimiz uyanık olmalıyız.

 

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı.

Evrensel'i Takip Et