Yalnızlaşan bir hükümet nereye gider?

Berkin Elvan’ın cenazesine ülke sathında katılımın milyonu aşan bir kitleselliği bulmasının bizlere ne söylediği elbette çok yönlü olarak tartışma konusu olacaktır.
Hele de Berkin’e sıkılan “ölüm fişeğinin” kendilerine sıkıldığını düşünen liseli gençlerin idarenin baskılarına karşın derslerini bırakarak bu büyük eyleme damgalarını vuracak bir kitlesellikle katılmaları pek çok yönüyle ayrıca değerlendirmeye değerdir. Ve elbette bunu ülkemizin demokrasi güçleri değerlendirecek, bundan kendilerine görevler çıkaracaklardır.
Ancak bugünden şunu söyleyebiliriz ki, bu protestonun, Hükümetin bir yandan yolsuzluklara batmış yanını öte yandan özgürlüklere yönelik düşmanca girişimlerini hedefe koyması onun açıkça Hükümete yönelik bir protesto olduğunun göstergesidir.
Gelişmeleri az çok izleyen herkes için bunun tartışılacak bir tarafı yoktur.
AKP propagandası ve Başbakan herhalde bu milyonu aşan katılımı, “Ne olacak 15 milyonluk kentte bir milyon katılsa ne olacak, geride daha 14 milyon var” diye küçümseyecektir. Ancak bu gerçekçi bir yaklaşım olmaz. Tersine bu büyük kitle, bu cenazeye katılmamış olan çok daha geniş kesimlerin duygularını ve düşüncelerini de temsil eden bir kitledir ve bu saptama AKP’nin propagandasının yaklaşımından çok daha gerçeğe yakındır.
Nitekim basın da “yandaş basın”ın gazetecilik etiğinin en temel kriterlerini ayaklar altına alan, hiçbir vicdana ve insanlık duygusuna sığmayan tutumu dışında her rengiyle bütün medya ve sosyal medyada Berkin Elvan’ın öldürülmesi lanetlenmiş, Hükümetin özgürlükler ve demokrasi konusundaki icraatını sorgulamaya yönelmiştir.
Yine TÜSİAD’dan CHP’ye, çeşitli sermaye kesimlerinden 12 yıldır AKP’nin arkasında duran liberallere, Cemaatten MHP’ye kadar çeşitli örgütlü çevreler, bu cinayet karşısında bir tutum alırken, Hükümetin özgürlükler karışsındaki tutumunu da bugüne kadar görülmedik biçimde sert eleştirmeye yönelmişlerdir. Öyle görünmektedir ki, “Alo Fatih” medyası ve AKP önde gelenleri bile kendi içlerinde bölünmekte, dün şu ya da bu gerekçeyle Hükümetin arkasında duran kesimlerin artık bu mevzii terk edeceği anlaşılmaktadır.
Başka bir söyleyişle, AKP ve Başbakan kendi iktidarlarının en yalnızlaştığı, açıkça tecrit olduğu bir aşamaya gelmişlerdir. AKP Hükümeti, geçtiğimiz üç yıl içinde dış politikada gerçekleşen “yalnızlaşmayı” şimdi iç politikada yaşamaktadır.
Mantıksal bakımdan böyle bir yalnızlaşma sürecine girmiş bir Hükümet iki şey yapabilir:
1- Olup bitenden ders çıkarır ve daha özgürlükçü bir yola yönelerek, ileri güçlerle ittifakı tercih eder.
2- Daha da sekterleşerek, daha baskıcı bir rejime yönelerek, daha despotik bir rejimden yana güçlerle bu yalnızlaşmayı aşmak ister.
“Birinci madde”nin AKP ve Hükümeti için artık pratik bir anlamı kalmamıştır. O çoktan beridir ikinci yolu seçtiğini gösteren ciddi girişimler yapmaktadır. Giderayak çıkardığı yasalar, Berkin’in ailesine bir başsağlığı bile dilemeye yanaşmaması, HDP’ye yönelik saldırılar karşısındaki görmezden gelme tutumu, Başbakanın; artık özgürlük ve demokrasi taleplerini bölücülük, tehdit olarak gören güçlere doğru yaklaştığını, dolayısıyla eskiden arkasında olan AB normlarında bir demokrasi için AKP ve Hükümetiyle uzlaşan kesimleri umursamayan bir çizgiye geçtiğini göstermektedir.
Bütün işaretler AKP Hükümetinin daha baskıcı, daha çok polis terörünü kullanan ve kendi tabanını her bakımdan kemikleştirirken gerektiğinde rüşveti de yaygın biçimde kullanacağı bir döneme girdiğini göstermektedir.
Yine AKP ve Hükümetin son aylarda Ergenekoncu kesimlerle yakınlaşmak için attığı adımlar, o çevreden gelen “Kürtler ülkeyi bölüyor. Yolsuzluk, rüşvet ikincil sorunlardır” yaygarasıyla AKP ile ittifak arayışına girmeleri önümüzdeki dönem bu iki odağın yakınlaşacağını göstermektedir. Ve AKP’nin önümüzdeki dönemde Ergenekon ve Balyoz davasının “çekirdek güçleriyle” yakınlaşarak kendisini yalnızlıktan kurtarmaya yönelmesi şaşırtıcı olmayacaktır.
Yine HDP’ye yönelik olarak geleneksel kontra güçleri kullanarak yürütülen saldırılar karşısında Hükümetin bu ölçüde hoş görülü, hatta teşvikçi olmasının yeni ittifak arayışlarına bağlanırsa anlamlı olacağı da açıktır.
Önceki gece Okmeydanı’da Allahüekber haykırışlarıyla harekete geçirilen ve bir kişinin ölümü ve iki kişinin yaralanmasına yol açan provokasyonun da ancak hükümetin, kontra güç odaklarını rakiplerine karşı kullanmaya yönelmesi, dolayısıyla hükümetin şiddeti, baskıyı; yönetim tarzının daha öne çıkardığı bir aracı olarak kullanmaya başlayacağının işareti, sayılması gerekir.
Siyasetin doğasında “yalnızlaşanın”, tecrit olanın daha sekterleşmesi, eğer iktidarsa, daha çok baskı ve şiddete başvurması “kanun”dur! AKP Hükümeti şimdi bu “siyaset kanununun” üstüne binmiş gitmektedir. Ama kendi kıyametine doğru gitmektedir. Hem de herkesi şaşırtan bir hızla!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Kamu işçisi hedefte

Kamu işçisi hedefte

Ücretleri baskılayan Erdoğan-Şimşek programının yeni hedefi toplu sözleşme sürecine giren 600 bin kamu işçisi. Sendikal bürokrasi eliyle işçiden kaçırılan sözleşme taslağı, iktidar medyasına sızdırıldı. “Taleplerimizi karşılamıyor” diyen işçiler öfkeli. Ekonomide, iç ve dış politikada sıkışan Saray iktidarı, toplumu yönetebilmek için yasaklara, gözaltılara ve tutuklamalarla sarılıyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et