16 Mart 2014

Yaklaşık bir yıl önce yaşam hakkı ve canlıların onuru için bir parkta direnişe başlayan tüm aklı başında yurttaşlar ve onları bir biçimde destekleyenler, meselenin yalnızca ‘ağaç’ olmadığını biliyordu.
Yıllar önce halkların kardeşliği için cümleler kuran bir güzel adam, kandırılmış bir çocuğun kurşunuyla devrildiğinde cenazede yürüyenler meselenin yalnızca ayakkabısı delik bir gazeteci olmadığını biliyordu.
Yıllar yıllar önce çocuklarını bir kara deliğe kaptırmış, bir daha da haber alamamış kadınların kalabalık bir caddede oturarak başlayan eylemini doğru anlayanlar meselenin yalnızca yitip gitmiş oğullar ve kızlar olmadığını biliyordu.
Çok değil daha dün, sınırı geçmeye çalışırken ‘düşmandır’ diye üzerine savaş uçaklarıyla bomba yağdırılan onlarca kişinin ölüsünü almaya gidenler, meselenin sadece çoluklu çocuklu bir ailenin yasını tutmak olmadığını çok iyi biliyordu.
Benzerlerini daha önce de yapmış ve ders çıkaracak kadar bile aklı olmayan bir bünyenin savaşçılık oyununda öldürdüğü, süveteri halen bir utanç belgesi olarak müzelerde dolaşan o güzel oğlanın anası da biliyordu meselenin sadece evlat acısı olmadığını. Tıpkı, yine savaşçılık oynayan beyinsiz üniformalıların ciğerimizden söktüğü o ceylan yüzlü kızın annesi gibi.

İÇ ACILARIN TOPLAMI

Geçen hafta bir kadının “bugün iç acılarımın toplamı 16 kilo” diyerek boğazındaki düğümü tükürdüğü saatlerde, bir bakan, günlerce direnip 16 kiloda ölmüş bir çocuğun ardından sokağa dökülenlere ölü sevici diyor, efendisi ise “ne bakıyorsunuz, katil ben miyim” diye soruyordu. Aynı bandonun bir başka elemanı “ne işi var o çocuğun oralarda” sözleriyle eli silahlı ayaktakımının marifetini haklı çıkarmaya çalışırken, savaş kurallarında bile yazmayana nasıl olup da cüret ettiklerini açıklamaya yanaşmıyordu.
Evlerin içine bomba atmak, yurttaşına zehirli su sıkmak, çocukların üzerine zırhlı araçla yürümek… diye başlayan bir cümlenin devamı bunların pespayeliklerine uydurdukları kılıflarla hep yarım kalıyor. Fakat o cümleler halkların nazarında her gün bir parça daha tamamlanıyor. Hukuk tanımamakla meşhur bir grup vahşinin had bilmezliğine inanan daha çok kişiyiz artık. Birbirimizin çığlığından aldığımız güçle ayakta duruyoruz. Birbirimizin acısından tırnaklarımız sızlıyor. Birbirimizin direncine, inancına, bilincine tanığız.
Ama biz artık nefes alamıyoruz. Kirli ve kibirli bir siyasal iktidarın paçavraya çevirip üzerinde tepindiği bir ülkenin azınlığıyız. Ama yalnız değiliz. Dünyada adalete inanan, yaşamı savunan, kainata iyilik katmaya çabalayan kim varsa bizimle. Başını dik tutan herkes, itibarsızlaştırılmaya direnen, teslimiyetçiliğe hayır diyen, vesayeti sorgulayan herkes bizimle. Onuru, vicdanı, aklı olan herkes. Bir diğerinin yaşam hakkına ağzından salya aka aka saldırmayan herkes. İki lafı bir araya getirebilen, ve getiremeyene karşı hep bir adım önden gidecek olan herkes.
Biz kim miyiz? Geçmiş defterleri haksız ve erken ölümlerle dolmuş bir halkız aslında. Tarihimiz haksızlıklarla yüklü. Kayıplarımızın yaşarken değil ölüyken kahraman olmasına şaşacak vaktimiz bile yok. Birbirini sevemeyen insanlardan birbirini sevemeyen topluluklara dönüştüğümüzü görebilecek kadar parlak gözlüklerimiz, nefret, utanç, öç gibi içi dolu dolu olmuş sözcüklerimiz var. Alçaklığın kıçına parmak atıyoruz.
Unutmuyoruz!

BERKİN ELVAN’I UNUTMUYORUZ

Geçen yaz yok yere toprağa verdiğimiz çocuklarımızı unutmuyoruz.
Kesilen ağacımızı, kapatılan sinemalarımızı, depremde yıkılan evlerimizi unutmuyoruz.
İşinden edilmiş gazetecileri, ayakkabı kutularını, kendisine sığınan kadını korumayan devleti de unutmuyoruz.
Biz kentsel dönüşüm diye en ucuz malzemeden yapıverdiğiniz o toplu mezar gibi konutları sevmiyoruz. Biz adımıza kararlar aldığınız parlamentoda ne işler karıştırdığınızı bilmemekten rahatsızız. Biz vasatın iktidarından kurtulabilecek miyiz bilmiyoruz.
Biz meselenin sadece birkaç ağaç olmadığını anlamadan önce de savaş istemiyorduk. Bu yüzden meydanlarda piyano çalıyor, kitap takas ediyor, kedileri besliyorduk. Parkları yok etmek için değil, yaşatmak için işgal ettiğimizi size nasıl anlatacağız?
Mazlum kılığında soysuz, derviş kılığında zalim, insan kılığında taş olmamak için yumruğumuz havada geziyoruz biz! Pespaye erk-sevicilerin aksine, önümüzde duranı dövmek değil, durduğumuz yeri tarif etmek için! Gerçi, yukarıdan da baksak, yakınınızda da dursak, haliniz apaçık ortada: Kötü ve çirkinsiniz… keşke ölseniz!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

OVP masada

OVP masada

Kamu, metal ve liman başta olmak üzere toplu sözleşme ve zam sürecindeki yüz binlerce işçiye orta vadeli programda yer alan düşük zam dayatılıyor. Patron, iktidar ve sendikal bürokrasi eliyle işçilere kabulettirilmek istenen bu zehirli programa karşı işçiler, birleşmek ve insanca yaşanacak ücret talebini kazanmak için yol arıyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
BİSAM: Açlık sınırı 22 bin 886 TL, yoksulluk sınırı 79 bin 165 TL.

Evrensel'i Takip Et