‘Çözüm süreci’ ve 2014 Newroz’u!
2013 Newroz’unda silahların devre dışı bırakılması, Kürt sorununun çözümü bakımından tarihi bir adım olmuştu. Ancak AKP Hükümeti, bütün beklentilere rağmen geçen bir yıllık süreç içinde bırakalım “çözüm”ü, Öcalan’la görüşmelerin yasal bir çerçeveye oturtulması ve müzakerelerin başlaması yönünde bile hiçbir adım atmadı. Silahların susmasının ötesine geçilememiş olması nedeniyle, zaman geçtikçe “çözüm” beklentisi yerini sürecin ne olacağına dair belirsizlik ve kaygıya bıraktı. Gelinen yerde özellikle Gezi süreci (Haziran direnişi) ve son 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarından sonra AKP’nin ülkeyi artık eskisi gibi yönetemez hale geldiği ortadır. Dolayısıyla içine düştüğü sıkışmışlıktan kurtulmak için her fırsatta “çözüm süreci”ni kendine kalkan yapmaya çalışsa da bu sürecin AKP ile sürdürülmesi olanakları da giderek ortadan kalkmaktadır.
Peki, durum buysa Öcalan’ın BDP-HDP heyeti ile son görüşmesinde, görüşme sürecinin yasallaşması yönündeki adımların yerel seçim sonrasında atılmasını beklediğini söylemesi ne anlama geliyor?
Ülkeyi yeniden çatışma sürecine sürükleyerek güç kazanmak isteyen ulusalcıları bir tarafa bırakırsak, kimi “sol” çevrelerin sürecin bitirilmesi beklentisinden başlayalım. “Sorunun AKP ile çözülmesi olanakları ortadan kalktıysa, Kürtler niye masada oturmaya devam ediyor?” Bu yaklaşım ilk bakışta akla yatkın gibi görünüyor. Ancak bu görüşü savunanlar birinci olarak, silahların susmasının Kürt ulusal-demokratik mücadelesinin haklılığının görülmesi ve bu mücadelenin meşruluk kazanması bakımından büyük bir etki yarattığını göz ardı ediyorlar. İkincisi, silahların susması özellikle ölümlerin yaşandığı süreçte kışkırtılan milliyetçilik-şovenizmin etkisiyle ciddi bir baskılanma yaşayan emek ve demokrasi güçlerinin işçi-emekçilerle, halk güçleriyle buluşması bakımından önemli olanaklar yaratmıştır. Yoksa mesela Gezi sürecinde ulusalcılığın etkili olduğu yerlerde bile “Yaşasın halkların kardeşliği” sloganlarının atılması mümkün olabilir miydi? Dolayısıyla Kürt hareketinin görüşmeleri sonuna kadar zorlaması, barışı kimlerin istemediğinin geniş halk kesimleri tarafından görülmesi bakımından önemlidir.
Meselenin diğer yönü yazımızın başında değindiğimiz gibi ülkeyi eskisi gibi yönetemez hale gelen ve ülkeyi yönetemez hale geldikçe daha fazla baskı, şiddet ve yasaklara sarılan AKP ile çözüm olanaklarının giderek ortadan kalkmasıdır. Burada akla gelen ilk soru, AKP giderse sürecin ne olacağıdır. Bu sorunun iki boyutundan bahsedilebilir. Birincisi, dün AKP’yi iktidara getiren ve bugün büyük oranda Erdoğan AKP’si ile yollarını ayırma noktasına gelmiş olan başını ABD’nin çektiği Batılı emperyalist güçlerin tutumunun ne olacağıdır. Suriye’ye müdahale sürecinden sonra ihtiyaç duydukları enerji kaynakları bakımından stratejik önem taşıyan Bölge’de radikal İslamcı, el Kaideci güçlerin etkin hale gelmesi, bu emperyalistleri (uluslararası sermayeyi) kaygılandırmaktadır. Dolayısıyla mevcut koşullarda bu güçlerin Kürt sorunundan kaynaklı çatışmaların yeniden başlamasını istemesi akla yatkın görünmemektedir. Burada ABD’nin Irak’tan çekilme sürecinde, PKK’nin Bölge’de silahlı bir güç olmaktan çıkartılması için 2009’daki “açılım” sürecine önayak olduğunu hatırlatmak yeterlidir. Halk güçlerinin iktidar olamadığı koşullarda, yeni iktidar alternatifleri bu güçlerin desteğiyle oluşturulacağına göre (mesela CHP, bu güçlere kendini en makul seçenek olarak göstermek için çabalamaktadır), AKP olmasa da sürecin devam edeceği söylenebilir. Ancak bütün bu olasılıkların ötesinde kesin olarak söylenebilecek bir şey varsa; o da ne AKP’nin, ne alternatiflerinin ve ne de arkalarındaki güçlerin derdinin demokratik bir çözüm olmadığıdır. Aksine bunların bütün derdi, Kürt hareketinin etkisizleştirilmesi; Bölgesel çıkarlarına sorun teşkil edebilecek silahlı bir güç olarak varlığının sona erdirilmesidir.
Ancak bu gelişmelerin diğer boyutunda sürecin asıl belirleyici gücü olan Kürt halk mücadelesi yer almaktadır. Açıktır ki, egemen güçleri masaya oturtan ve çözüm sürecini kolay kolay geri dönülemez bir süreç haline getiren yegâne güç bu mücadeledir. Askeri ve siyasi operasyonlarla Kürt ulusal hareketini etkisizleştirip tasfiye etmeye yönelik her türlü girişimi boşa çıkaran da halkın bu kararlı mücadelesinden başka bir şey değildir. Ve Newroz, 90’lı yıllardan bu yana bu mücadelenin sembolü olarak anlam kazanmıştır. Şimdi gözlerin 2014 Newroz’una çevrilmesinin nedeni budur. 2013 Newroz’unun açtığı yolda yaşanan tıkanıklığın nasıl aşılacağı sorusunun cevabı bakımından 2014 Newroz’u tarihi bir önem taşımaktadır. Bunun da ötesinde 2014 Newroz’u, sadece Kürdistan coğrafyasında değil; ülkenin her tarafında Kürt, Türk, Arap her milliyetten, her inançtan halk güçlerinin güçlerini birleştirdiği bir gün olarak kutlanmalıdır. Çünkü sadece Kürt sorununun çözümünün değil; egemen güçlerin hesaplarının boşa çıkarılıp halklarımızın kendi demokratik geleceklerini hep birlikte kurmasının yolu buradan geçmektedir.
Evrensel'i Takip Et