18 Mart 2014 00:34

Soykırım ve hakikat siyaseti

Soykırım ve hakikat siyaseti

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İran-Irak Savaşının sonuna yaklaşılmış. Basra’yı ele geçiremeyen İran, Peşmerge kuvvetlerinin de desteğiyle kuzeyde Süleymaniye’yi ele geçirmeyi hedefliyor. ABD ve bazı Batılı ülkeler tarafından silahlandırılan Saddam rejimi, Kimyasal Ali olarak bilinen Ali Hasan el Mecid’in komutasında El-Enfal Operasyonu’nu başlatıyor ve binlerce Süryani ve Kürt’e yönelik bir soykırım uyguluyor. 15 Mart’ta İran ordusu ve Peşmerge kuvvetlerinin Halepçe’ye girmesi üzerine, 16 Mart 1988’de kente yönelik bir kimyasal saldırı gerçekleştiriliyor.
Katliamın acımasızlığını ve vahşiliğini idrak edebilmek için dönemin haber görüntülerine bakmak yeterli. Bomboş sokaklarda cansız yerde yatan savunmasız insanlar. Saldırıdan kurtulanlara göre güzel bir bahar sabahı saat on bir civarında  hem topçu atışı hem havadan bombardıman başlıyor. Saat iki gibi bombardımanın şiddeti azalırken kent sakinleri yere düşen metal parçalarını andıran bir ses duyuyorlar. Ve ardından kimilerinin elma aromasına benzettiği bir koku. Tanıklar anlatıyor: “Yere yatıp, yeşil bir sıvı kusan insanlar gördüm. Bazıları histerik olmuşlardı, önce yüksek sesle gülüyor sonra hareketsiz bir biçimde yere yığılıyorlardı.” İnsan düşünmeden edemiyor: Kim bilir görüntülerdeki çocuklar nasıl yakalandılar bu hain katliama?
Katliamın ertesinde Saddam’a kimyasal silahları sağlayanların suç ortaklığını gizleyen hummalı bir dezenformasyon başlatıldı. ABD saldırıdan bir hafta sonra Savunma İstihbaratı Teşkilatının (DIA) gizli bir raporuna dayanarak Halepçe’de İranlıların da gaz kullandığını iddia etti. Bu nedenle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi konuyu iki ay tartıştı ve sonunda her iki tarafı da kimyasal silah kullanmakla suçladı. 2007’de Kimyasal Ali yargılanırken mahkemede Saddam’ın başkan yardımcısına kimyasal silahlardan beklediği faydayı anlattığı bir ses kaydı dinlendi. Bölgeyi yaşanamaz hale getirecek böyle bir saldırıdan sonra halkın evlerini terk etmek zorunda kalacağını söyleyen Saddam, bu saldırının Kürdistan halkına yönelik genel bir Araplaştırma ve etnik temizlik politikasının parçası olduğunun ipuçlarını vermekteydi.
Ne var ki, Irak işgalinden sonra ABD’nin Halepçe ve El-Enfal soykırımlarının aydınlatılmasına yönelik ciddi bir girişimde bulunduğu söylenemez. Anwar Faruqi Rudaw İnternet sitesindeki yazısında Amerikalıların saldırıdan yıllar sonra bile saldırıdan İran’ı sorumlu tutmalarının nedeninin, Saddam’a kimyasal silah tedarik eden kaynakları gizlemek olduğunu söylüyor. “Zehirli Bir Olay: Halepçe” adlı kitabın yazarı ve International Crisis Group Uzmanı Joost R. Hiltermann da İran’a yönelik suçlamanın Kürtlerin Halepçe ve El-Enfal soykırımlarının uluslararası platformda tanınmasına yönelik girişimlerini zora soktuğunu vurguluyor. Mesud Barzani’nin Avrupa Birliği ülkelerine yaptığı Kürdistan halkına yönelik soykırımı tanıma çağrısı ise henüz sadece İsveç, Norveç ve Britanya’da cevap bulmuş durumda. Fransa ve Hollanda soykırımı tanımayı tartışmaktalar.
Ancak soykırımın uluslararası tanınması yeterli değil. Saldırıya doğrudan muhatap olan insanların gerçeği bilme ve adalet talepleri henüz karşılanmadı. 2006’daki Halepçe anmasında halkın KYB’yi protestosuyla başlayan olaylar, Amerikan Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın 2003’te açılışında bulunduğu müze ve anıta saldırmasıyla sonuçlandı. Gösterici halka KYB kuvvetlerinde açılan ateşte lise öğrencisi 17 yaşındaki Kürdistan Ahmet öldü. Soykırıma maruz kalmış halkın soykırım müzesine yönelik bu öfkesi şüphesiz hakikat ve adalet talebinin karşılanmamasından kaynaklanmaktadır. Halkla iktidarın karşı karşıya geldiği bu hafıza siyasetinde halkı sürece dahil edecek, çeşitli uzmanları bir araya getirecek ve uluslararası örgütlerden ilgili belge ve bilgi talep edecek bir hakikat ve adalet komisyonu oluşturulması önemli bir adım olacaktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa