Sıradaki gelsin
Tarih 21 Ocak 2014. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, AB Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy ve AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ile birlikte Brüksel’de düzenlediği ortak basın toplantısında konuşuyor:
“Türkiye olarak AB’nin her alandaki rekabet gücüne katkı sağlayacağımıza inanıyoruz. AB’ye yük olmak için değil, yük almak için girmek istediğimizi defalarca belirttik. Kuvvetler ayrılığı noktasında, hukukun üstünlüğü noktasında, demokrasiye inanmış ülkelerin problemi yoktur. Biz demokratik hukuk devletinden yanayız. Halkın iradesinin üstünde bir güç kabul etmiyoruz. Yargıda aksama olursa bunun da yasama olarak düzeltilebileceğini düşünüyoruz.”
Erdoğan o toplantıda, “Suriye’den yayımlanan fotoğraflar Cenevre-2’yi gölgeler mi?” sorusuna şu yanıtı veriyor: “Fotoğrafların Cenevre-2 toplantısını, beklentilerimiz istikametinde etkileyeceğine inanıyorum. Artık burada herhangi bir adım atılmayacaksa ne zaman, nerede adım atılacak diye sorarlar. Beşar giderse kim gelir sorusundan bıktık. Beşar giderse halkın iradesi gelir. Bundan daha kötü Suriye düşünülemez. 150 bin insan öldürüldü Suriye’de.”
Türkiye’de bu sözlerin üzerinden henüz 2 ay dahi geçmeden Berkin Elvan’ı “terörist” ilan eden ve acılı annesini de miting meydanında yuhalatan bir Erdoğan’ı izliyoruz.
Polisin saldırısı sonucu ölümlerin yaşandığı Gezi sürecinde polise müdahale emrini kendisinin verdiğini söyleyen Erdoğan’ın, karşısındaki her türlü muhalefeti ezene kadar rahat etmeyecek bir kibre sahip olduğunu söylemeye gerek var mı?
Kendisini eleştiren köşe yazarlarına karşı medya patronlarına çağrı yapan Erdoğan’ın, son yayımlanan ses kayıtlarıyla artık “Batsın sizin gazeteciliğiniz” demekle yetinmeyecek kadar açık müdahalelerde bulunduğunu herkes daha net bir biçimde görmüş oldu.
Kısa bir süre önce Erdoğan’ın, Fas’tan, Ciner Medya Grubu Yöneticisi Mehmet Fatih Saraç’ı telefon ile arayarak Habertürk televizyonun altyazılarına müdahale ettiğini belgeleyen ses kaydı yayımlanmış, Erdoğan da bu müdahalesini, İspanya Başbakanı Mariano Rajoy ile ortak basın toplantısında şu sözlerle itiraf etmişti: “Aradım, gereğini yaptılar, öğretmek durumundayız.”
Herkes açısından, sansür ve müdahale anlamına gelen bu tavır onun için bir “öğretme” ilişkisi doğallığındaydı. Bunun böyle olduğunu önceki akşam yayınlanan iki yeni ses kaydıyla da gördük. Erdoğan, Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Muhsafa Karaalioğlu’yu telefon ile arıyor ve bu aramalarından birinde Mehmet Altan’ın, diğerinde de Hidayet Şefkatli Tuksal’ın yazılarına son verilmesi gerektiğini “öğretiyor”. Karaalioğlu da, zaten bu meselelerle alakadar olduğunu belirterek, Erdoğan’ın fırça ile karışık taleplerini sürekli onaylıyor.
Erdoğan’ın bu tavırlarını yazının girişine aldığımız Brüksel’deki konuşmasıyla birlikte karşılaştırmalı olarak okuduğumuzda, kendisini, o çizdiği Beşar Esad profilinden erdemli kılacak nasıl bir özelliğe sahip olduğunu sormak gerekiyor. Bu artık, düne göre daha fazla kişi için yanıtı açık bir soru haline gelmiştir. Başbakan her ne kadar, seçimlere giderken kendi tabanını kemikleştirerek arkasında tutmaya yönelik kamplaştırıcı bir nefret söylemi kullansa da, ortaya dökülen bu bilgi ve belgelerin, ona daha önce destek vermiş olan kesimlerde de bir sorgulamaya yol açtığı yadsınamaz. Bunun boyutunu 30 Mart’a kadar yaşanacak gelişmeler ve muhalefetin becerisi belirleyecek.
Mustafa Karaalioğlu açısından ise söyleyecek fazla bir şey yok. Onun da Fatih Altaylı gibi Türkiye’nin “en onurlu” 20 gazetecisinden biri olduğunu öğrenmiş olduk.
Şimdi ondan da, bir televizyon programına konuk olup, aslında ne kadar ilkeli bir gazeteci olduğunu bize anlatmasını bekliyoruz.
Evet, sıradaki gelsin!
Evrensel'i Takip Et