Kapıların ardı
Biber Gazı Yasaklansın İnisiyatifi”, 22 Mart 2014 günü başta biber gazı olmak üzere, polisin toplumsal müdahalelerde kullandığı zararlı kimyasalların ve gaz bombalarının kullanımının yasaklanması için imza kampanyası başlattı. İnisiyatif, bu aydan başlayarak, her ay maruz kalınan kolluk şiddetinin boyutunu da hazırlanacak rapor ile kamuoyu ile paylaşacak. Özellikle son bir yıl içinde devlet şiddetinin peş peşe gelen ölümlerle, sakatlıklarla görünürlüğünün arttığını biliyoruz. Bu görünürlüğü ortadan kaldırmak için Abdülhamit’in istibdat dönemini mumla aratacak bir baskı ve yıldırma politikasının iktidarın tüm aygıtlarıyla üzerimize salındığı bir dönemden geçiyoruz. Oysa ne matbaa makinelerini parçalayanlar, ne toplattıkları kitapları meydanlarda ateşe verenler bugüne dek başarılı olamadı. Nâzım’ın şiirlerini el yazısı ile çoğaltıp elden ele dolaşıma sokan insanlık elbette kuşu da kafeste kendi haline terk etmeyecek tüm araçlardan yararlanacaktır.
Devlet şiddetinin tüm pervasızlığıyla kapımıza dayandığı günlerden geçerken, bize ait olmadığını düşündüğümüz kapıları anımsatma gereksinimi duyduğumu söylemeliyim. Bu kapıları kıran şiddet el değiştirse de, şiddetin sonuçları değişmiyor ve biz hep kendi kapımızın ardıyla meşgul olduk, olmaya da devam ediyoruz.
2009 aralığında Cizre’de, evlerinin balkonunda annesinin kucağında 18 aylıkken polisin attığı gaz bombası kapsülünün kafasını parçalamasıyla öldürülen bebeği, 2008 ağustosunda Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Andaç köyünde 16 yaşında, hayvan otlatırken kafasına sıkılan devlet kurşunuyla can veren, hâlâ faili “meçhul” çocuğu ve ondan dört gün önce de Siirt’in Baykan ilçesi Çevrimtepe köyüne bağlı Oynaklı mezrasında koyunları otlatırken “Kimliği belirsiz kişi ya da kişiler”in kafasına ve karnına sıktığı üç kurşunla katledilen 10 yaşındaki başka bir çoban çocuğu. 2009 23 Nisanı’nda, sözüm ona çocuk bayramında, tesadüfen kameraya alındığı için bir süre üzerine konuşulup sonra unutulan “polisin dipçiklediği çocuk” ve üstüne saldıran polisten kaçarken dereye düşmüş ve atılan gaz bombalarının da etkisiyle çıkamayıp orada ölüveren 14 yaşındaki bir başka çocuğu, iki gün sonra, bu kez Van’ın Kurubaş köyünde polis panzerinin önüne geçip zafer işareti yaparken ezilerek öldürülen 8 yaşındaki çocuğu anımsıyor muyuz?
“Abdullah Duran (9), Süleyman Şengül (8), Nurullah Çiftçi (3), Enver Turan (15), Şirin Öğüt (1), Pınar Turan (6), Abdullah Çetinkaya (9 aylık), Edanur Avcı (4), Diren Basan (14), Yusuf Aydınalp (9), Gürgiz Bayıdır (5), Oğulcan Akyürek (13), Asiye Erdin (1), Mizgin Özbek (10), Çiçek Benzer (2), Songül Karatogün (8), Gültekin Acet (10), Şilan Demir (6 aylık), Fatih Tekin (3), Ahmet İmre (12), Sevgi Asma (7), Nedim Akyön (16), Nujivan İdem (4), Rahim Kumru (10), İlyas Yiğit (6), Dilek Serin (3)... Kolluğun öldürdüğü çocuklardan bir kaçının ismi. Aralarında hatırladığınız var mı? Oysa hepimiz vergilerimizle bu katliamın suç ortaklarıyız? Hangilerinin davalarını takip ettik? Katilleri ceza aldı mı? Savcılar ve yargıçlar da; bizim vergilerimizle maaş alan, mevcut kanunları uygulamakla mükellef kamu hizmetlileri olduğuna göre, buradaki adaletsizlikte de suç ortağı değil miyiz?” diye soruyor Mehmet Atak… Kendisine teşekkür borçluyum, bu çocuk ölümlerini tek tek yeniden vurguladığı için, bu yazısını bizlerle paylaştığı için!
Şiddetin kimin kapısına dayandığına bakarak yaptığımız ayrımcılıklara son verme, bu şiddetin hepimizin kapısına dayandığını ve çocuklarımızı, geleceğimizi çaldığını fark etme zamanı çoktan geldi de geçiyor. Baskının, zulmün eksik olmadığı bu topraklarda zaman, birbirimizin kapısını kollama zamanıdır.
Evrensel'i Takip Et