Şehir bizim, seçim bizim ya barış?

Silvan/Amed’de, 10 yaşındaki Mehmet Ezer’in Berkin Elvan gibi gaz kapsülüyle ağır yaralanması bir kez daha savaş halinin ve hukukunun geçerli olduğunu gösterdi. Hayati tehlikesi bulunan Mehmet Ezer’in ailesi başta olmak üzere hepimize geçmiş olsun. Bence çocuklarımızın hayatına bu kadar kastetmiş bir rejimin yaklaşan seçimleri şimdiden meşruiyetini yitirmiştir.
‘Seçim’ çalışmaları hızla sürüyor ve ‘seçime’ çok az bir süre kaldı. Bozuk düzenin değişmesinden yana olan partilerin önemli sloganlarından biri olan ‘Şehir Senin, Seçim Senin’ başlığa esin kaynağı oldu. 21 Mart tarihi Amed Newrozu’ndaki coşku ve dalgalanma gündemin değişmez konusu olan barış sürecinin yeni aşamasının yolunu çizdi: Diyalogdan yasal güvenceye sahip müzakereye!
Seçim atmosferinde de olsak insani sorumlulukları unutmamak gerekiyor. İnsan Hakları Derneği Amed Şubesinin raporuna göre 122’si derhal tahliye edilmesi gereken ağır hasta olmak üzere 413 hasta tutuklu ve hükümlü bulunuyor (bianet). Hukuk düzleminde yaşanan kargaşa sebebiyle tutuklu ve hükümlüler çeşitli cezalara maruz bırakılırken ceza ve tutukevinde tedavisi mümkün olmayan hastalıklara rağmen tahliye edilmemeleri içimizi acıtan sürekli bir soruna dönüştürülmüş durumdadır. Binlerce insanın katledilmesinden sorumlu tutulması gerekenler tahliye edilirken ana dilinde eğitim, eşitlik ve özgürlük talebiyle mücadele eden insanlara yönelik bu düşmanca tutum anlaşılabilir ve izah edilebilir değildir. Cumhurbaşkanı ne yazık ki bu yaşamsal konuda rol almaktan kaçınmaktadır.
Bu konuda duyarlı ve sorumlu bir insan hakları aktivisti olan Avukat Muharrem Erbey’in hâlâ ısrarla içeride tutulması da açıklama bekleyen garipliklerden sadece biridir. Çalışmalarından dolayı ödül alan Muharrem Erbey’i kutluyorum ve bir an önce özgürlüğüne kavuşturulmasını diliyorum.
“Mücadele ederken korkmadık, barışırken de korkmayacağız...” Bu sözler Amed Newrozu’nda okunan A. Öcalan’ın mektubunda yer alıyor ve barışı anlamlandırıyor bir kez daha. Bugüne değin yürütülen diyaloğun önemli olduğu ancak yasal düzlemde yürütülecek müzakere aşamasına geçilmesinin daha önemli ve gerekli olduğu vurgulanıyor bu mektupta. Devlet/Hükümet ise tüm hücreleriyle genel seçim havasına büründürülmüş yerel seçimlerden kazançlı çıkmanın dışında hiçbir olayı ciddiye almamakta ısrar ediyor. Şimdiye kadar milyonlara seslenen hükümetin barış ve çözüm sürecine tabanı katmak, sürecin önemini anlatmak ve diyalogdan müzakereye nasıl geçileceği konusunda tek söz sarf ettiğini işitmedim. Sadece düşük tonda söz edilen ‘süreç’ var ama içeriği ısrarla doldurulmuyor.
Seçim meydanlarında seçmenlere seslenen düzen partilerinin başkanları sanki Roboskî’de çocuk ve gençler katledilmemiş, sanki Gezi direnişi sürecinde çocuklar ve gençler öldürülmemiş, sanki rüşvet ve yolsuzluk skandalları yaşanmamış, sanki 17 bin 500 faili ‘meçhul’ cinayet işlenmemiş, sanki onlarca köy yakılmamış ve boşaltılmamış, sanki iş ve trafik kazalarında onlarca emekçi öl(dürül)memiş, sanki onlarca kadın katledilmemiş, sanki hasta tutuklular ölüme terk edilmemiş, sanki onlarca siyasi aktör rehin alınmamış, sanki yol ve baraj yapma uğruna doğa katliamı yapılmamış ve sanki sağlık/eğitim/temel bilimler gibi temel alanlarda kargaşa ve plansızlık yokmuş gibi esip gürlemekteler.
Toplumu kutuplaştırma ve atomize etme girişimleri iftiralar ve yalanlar eşliğinde tüm hızıyla sürerken resmi işsizliğin yüzde 10 olduğu, geçim sıkıntısının had safhaya ulaştığı, sadece son 4 ay içinde yüzde 25 fakirleşildiği, kredi ve borca dayalı sahte bir istikrarın derin bir krizi an be an yakınlaştırdığı nedense gündeme getirilmemektedir. Adeta bir toplumsal akıl tutulması hali yaratılmış durumdadır. O halde tüm bu gerçekleri görünür kılmak amacıyla şehrimize ve kullanacağımız oyumuza kıskançlıkla sahip çıkmak zorundayız. Evet, bir kez daha: ‘Şehir bizim, seçim bizim!’ İç sorunları örtmek üzere Suriye ile savaşmayı dahi göze alan hırslı siyasetçilere terk edilmeyecek denli ciddi bir konu olan barış da bizim!

Evrensel'i Takip Et