03 Nisan 2014 00:05

Sosyal haklara dair -1

Sosyal haklara dair -1

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İnsan hakları kavramından söz ettiğimizde, hemen birinci kuşak haklar da denilen yaşam hakkı, işkence yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, adil yargılanma hakkı, toplanma ve örgütlenme  özgürlüğü, düşünce, din ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü gibi hak ve özgürlükler akla geliyor.
Bu birinci kuşak haklar meselesinin İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin hazırlık aşamasında da gündeme geldiği biliniyor. ABD ve genel olarak batı bloku bireysel özgürlüklere vurgu yaparken, başta Sovyetler Birliği olmak üzere doğu bloku sosyal hakları öne çıkarıyordu.
Tartışmalar, tabiri caiz ise özgürlük/ekmek eksenli olarak sürdürülüyordu. Bir büyük uzlaşmayla, Bildiri’nin 21. maddesinden 29. maddesine kadar olan bölümünde ekonomik ve sosyal haklara başka bir ifade ile ikinci kuşak olarak adlandırılan haklara yer verilmiştir.
Bu kuşak nitelemesini kullanmakta bir beis görmüyorum. Ayrıca insan hakları “enflasyonu” tespit ve eleştirilerine de katılmıyorum. İnsan haklarının kaynağı hayattır. Hayat dinamiktir ve yeni yaşama durumları ortaya çıkmaktadır. O nedenle hak ve özgürlüklerin sayısında artışların olması insan haklarının doğası diyebileceğimiz dinamiklik ve evrimci özelliğe uygundur. Nitekim 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesinde yaklaşık 15-20 haktan söz edilebilirken, 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nde yaklaşık 50 hak yer almıştır. Bugün medeni ve siyasi hakların sayısı yaklaşık 170-180, ekonomik, sosyal ve kültürel hakların sayısı ise 70-80 hak olarak ifade edilir haldedir.
Son 30 yıldır üçüncü kuşak haklardan da söz edilmektedir. Dayanışma hakları denmektedir bu haklara da. Barış, çevre, insanlığın ortak mal varlığından yararlanma, halkların hakları o arada sayılabilir.
Sosyal haklar, tıpkı birinci kuşak haklar gibi, insan onurunu korumak ve geliştirmek için verilen mücadelelerin ve düşünsel  çabaların ürünüdür. Bütün insan hakları, hem evrenseldir, bölünmezdir, bütünseldir, birbirleriyle bağlantılıdır ve biri diğerine tercih edilemezdir. İnsan haklarının her biri birer değerdir;  üstün ilke ve kurallardır.
İnsanlık tarihi açısından bakıldığında, görülen; hukuk devleti anlayışının, ticaret devriminin ürünü olduğudur. Ticaret devrimi 15. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar süren 300-350 yıllık bir dönemdir. Bu dönem sömürgecilik dönemidir. Sömürgelerin kaynakları Avrupa’ya getirilmiştir. Ticaret erbabının haklarının hukuksal olarak korunmaya başlandığı, şirketlerin kurulduğu, altın ve gümüşün özellikle Amerika’dan İspanyollar tarafından getirildiği bir dönemdir. Bu döneme merkantilizm damgasını vurmuştur. Merkantilizm, refahın kaynağının devletin elinde tuttuğu anapara olduğu tezine dayanır. O nedenle altın ve gümüş gibi değerli madenleri elde bulundurma ve sermaye biriktirme temel amaç olmuştur. Bu görüşe göre ihracat desteklenir ithalatta kısıntıya gidilir.
Sanayi devrimi ise sosyal devlet fikrini doğurmuştur. Sanayi devrimi, 18. yüzyılda, tekstil, buhar makinesi ve demir üretiminin başlamasıyla kendisini gösteren, üretimin evlerde değil büyük üretim merkezlerinde çok sayıda işçinin katılımı ile ve seri bir şekilde yapıldığı bir dönemi anlatır. O tarihe kadar Avrupa’da nüfusun yüzde 90’ı köylerde yaşarken fabrikalaşma ile birlikte kentlere yoğun insan göçü yaşanmıştır. Sanayi devrimi sosyal devlet fikrinin ve uygulamasının başlamasına neden olmuştur. Sosyal devlet, yurttaşının sosyal durumunu ilgi alanında tutan devlet demektir.
BM sisteminde Ekonomik ve Sosyal Haklar Komitesinin, sosyal haklarla ilgili 20’nin üzerinde yorum kararları bulunmaktadır. Bunlar ve Türkiye hakkındaki değerlendirme raporları (2011) İHOP tarafından Türkçeye çevrilmiştir.
Haftaya bu konuyu işleyeceğiz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa