4 Nisan 2014

Rekabetçi vesayet rejimi ve seçimler

Bir seçim dönemini daha geride bıraktık.
Başbakan Erdoğan’ın büyük “AK Parti Ailesi” adını verdiği Bilal’li, Sümeyye’li, Egemen’li, Ethem Sancak’lı, Mister Jöle’li grupla yaptığı tarihi balkon konuşmasına tanıklık ettik.  
Seçim öncesi yayınlanan son yazımda da saptadığım gibi AKPgiller’in Twitter, mıvitter, tape, mape takmadıklarını, sosyal medyayı izlemediklerini, sadece Sabah, Yeni Şafak, Türkiye, atv, Kanal A, NTV gibi hükümet yanlısı medyayı izleyerek olan biteni değerlendirdiklerini anladık.
Cemaatin yaygarası kadar yer yakmadığını gördük.
Barış sürecinin ırkçı seçmeni AKP’den koparmadığını ve MHP’nin beklendiği kadar oy arttıramadığını da. Buna bir nebze sevinmek gerekir diye düşünüyorum aslında.
Öte yandan, Gezi direnişi, devlet şiddeti, ifade özgürlüğü üzerindeki yasaklar ve diğer baskıcı uygulamaların kamuda beklenen tepkiyi yaratmadığını şaşırarak gördük.
Şu çok açık ki, içinde bulunduğumuz düzende, alınan politik kararların meşruiyetinin ölçüsü, o (iyi veya kötü) kararlara uyması beklenen insanların aklı ve vicdanı değil. Ülkemizde uygulanan politik kararların meşruiyetinin tek ölçüsü, o kararların son seçimde en yüksek oy almış olan politikacı tarafından alınmış ya da onaylanmış olması.
Yukarıdaki satırları Bilgi Üniversitesinden akademisyen arkadaşım, Siyaset Bilimci Murat Özbank’ın “Gezi Ruhu ve Politik Teori” adlı kitabından aldım. Özbank, 2013 yılında Kolektif Kitap’tan çıkan bu değerli çalışmasında Gezi sürecinde yaşananlara siyaset felsefesi imbiğinden bakıyor. Bir yanda aklı ve vicdanıyla katılımcı demokrasi diye direten Gezi eylemcileri var. Diğer yanda ise seçilmiş başbakanın emirlerine uyulmasını talep eden, uymayanlara uygulanan şiddeti de meşru gören bir kitle… Ben onlara AKPgiller diyorum. Onlar, Gezi’de dövülen, sulanan, gazlanan, sakat kalan, öldürülen insanları terörist; çoğunluğun oyuyla seçilmiş meşru liderin gücüne karşı gelen çapulcular olarak gören zihniyet. Özbank’ın anlattıklarına bakarsak, işte halkın demokratik taleplerini yok sayan, salt lider popülaritesine tapınmak üzerine kurulu bu siyaset anlayışı son seçimlerde baskın gelmiştir.
Murat Özbank, Erdoğan’ın Gezi sürecinde akılları ve vicdanları doğrultusunda politika yapan insanları fiziksel şiddet kullanarak susturmaya çalıştığını, iletişimsel şiddet araçlarını da kullanarak kendi seçmenini, kendi yanılsamaları doğrultusunda, kendi popülaritesini besleyecek şekilde biçimlendirebileceğini bu kitabında söylemişti. Ben de, bu köşede, Erdoğan’ın Gezi’deki polis şiddetini ve Kabataş yalanı gibi asılsız iletişim ögelerini AKPgiller’i manen tatmin eder bir şekilde kullanabileceğini yazmıştım. Seçim sonuçları bizi yanıltmadı.
Bu seçim sonuçları bize aslında yine Özbank’ın tabiriyle ‘Demokratik olmayan bir politik düzene demokratikmiş gibi davrandığımızı’ da gösteriyor. Evet, bal gibi de halkın oylarını alan popüler bir lider var, ama öte yanda halkın büyük bir çoğunluğunun haklı ve demokratik taleplerini görmezden gelen, onlara karşı girişilen antidemokratik politik-kaba şiddeti meşru gören bir seçmen kitlesi. Gerçekten dramatik ve içinden çıkılması zor bir durum.
Yine Özbank’tan gidersem, onun bu demokratik olmayan bu düzene “rekabetçi vesayetçilik” adını verdiğini de söyleyeyim. Ülkemizdeki politik meşruiyet anlayışını tarif ederken şöyle diyor Özbank: “1946 yılına dek Türkiye’de tek parti vesayetine dayanan politik düzen vardı. 1946 yılındaysa rekabetçi (veya çok partili) vesayetçilik düzenine geçildi.” Bu şekilde, 1946’da geçtiğimizi sandığımız politik düzenin adını daha doğru koyabileceğimizi söylüyor Özbank.
Bu seçim sonrası yakın dönem politik tarihimizi Özbank’ın anlattıklarıyla yeniden değerlendirebiliriz. AKPgillerin ileri demokrasi sandıkları şey aslında tam da karşı çıktıkları vesayetçi rejimin popüler bir lider tarafından yeniden üretilmiş hali. Yakın dönem politik tarihimizi de askeri darbe ve muhtıralarla kesintiye uğramış bir demokratikleşme tarihi olarak değil, rekabetçi ve tekelci vesayet düzenleri arasındaki gidiş gelişlerin ve Türkiyeli demokratların, üniformalı ya da üniformasız, laik veya dinci, ulusalcı yahut milliyetçi vesayet heveslilerin yarattığı bağrış çağrış içinde gürültüye giden, cılız demokratikleşme çabalarının tarihi olarak okuyabiliriz.
Seçim sonuçlarını tahlilde zorluk çekenlere, değerli dostum Murat Özbank’ın “Gezi Ruhu ve Politik Teori” adlı kitabını hararetle tavsiye ederim.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Kamu işçisi hedefte

Kamu işçisi hedefte

Ücretleri baskılayan Erdoğan-Şimşek programının yeni hedefi toplu sözleşme sürecine giren 600 bin kamu işçisi. Sendikal bürokrasi eliyle işçiden kaçırılan sözleşme taslağı, iktidar medyasına sızdırıldı. “Taleplerimizi karşılamıyor” diyen işçiler öfkeli. Ekonomide, iç ve dış politikada sıkışan Saray iktidarı, toplumu yönetebilmek için yasaklara, gözaltılara ve tutuklamalarla sarılıyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et