Türkiye Gül-Erdoğan kıskacına mahkum değil
Fotoğraf: Envato
Yerel seçim kavgası daha yatışmadan Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışması başladı.
Daha 31 Mart günü başlatılan Cumhurbaşkanlığı tartışmasına 2 Nisan’da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de katıldı.
Artık alıştığımız üzere, Cumhurbaşkanlığı konusunda da Cumhurbaşkanı Gül yine yurt dışından, bu sefer Kuveyt’ten konuştu.
Gazetecilerin sorularını yanıtlayan Gül, “Seçimler bitti, Cumhurbaşkanlığını konuşmanın vakti geldi” dedi.
Gül, aday olup olmayacağı tartışmaları hakkında da konuştu. Ayrıntıları tüm basında da yer alan açıklamalarında Cumhurbaşkanı, bir yandan bakınca bir “hesaplaşmaya” hazırlandığı izlenimi uyandırırken öte yanda bakınca da “Biz eninde sonunda anlaşırız” anlamına da gelen cümleler kurdu. Bu yüzden bu tartışmanın nereye varacağı konusunda bugünden bir şey söylemek doğru olmaz.
Ama su götürmeyen bir geçek var ki, bir hafta önce özgülükler, demokrasi deyince mangalda kül bırakamayan “kaset siyaseti”ni en uca götüren “Yandaş olmayan sermaye basını”nın ünlüleri, şimdi tıpkı AKP propagandası gibi, yerel seçimdeki oyların, “Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına verilmiş oylar” olduğunu da iddia ederek, “toplum mühendisliği” ne geri dönmüş bulunuyorlar.
İki gündür bu basının en ünlüleri, “Erdoğan nasıl cumhurbaşkanı olur?” diye kafa patlatıyorlar. Vardıkları sonuç da, üç aşağı beş yukarı; “Seçimler göstermiş ki; eğer Erdoğan Kürt siyasi güçlerinin de desteğini alırsa (Ki onlara göre, Kürt sorunu çözümüne dair kimi taleplere yanıt vererek destek alır), Erdoğan ilk turda cumhurbaşkanı olur!” biçimindedir.
Yok hesaplar başka türlü olursa Putin-Medvedev örneğindeki gibi, Erdoğan ve Gül’ün tahterevalli oyunuyla görev değiştireceğini de bir başka senaryo olarak tartışırken, bütün mantıksal olasılıkları da Gül-Erdoğan üstünden kuruyorlar. Yani ya kırk katır ya kırk satır!
Bu ikilinin ülkeyi bugün getirdikleri yer ortadayken, ülkenin az çok demokratikleşme yoluna girmesinde bu ikiliden başka her seçeneğe gözlerini kapatmışlar için “Erdoğan önünde diz çökmüş toplum mühendisliği ile malul zevat” demekten öte ne söylenebilir ki?
Üstelik bu zevat daha bir hafta önce “Bu hükümetin siyasi ömrü bitmiştir, bütün politikaları duvara çarpmıştır” diyerek yazıp çiziyorlardı. Ama öyle görünmektedir ki artık bunlar, 30 Mart seçimleriyle Erdoğan’ın ve yakın çevresinin hakkındaki onca yolsuzluk, rüşvet, kara para suçlamalarından aklandığını, dahası 30 Mart’a gelen sermaye siyaseti sahnesindeki “hesaplaşmanın bittiğini” varsayıyorlar. Oysa, tersine siyaset alanındaki mücadele daha da sert biçimde devam edecek bir sürece evrilmiş ve seçim öncesi hesaplaşmalara “Cumhurbaşkanlığı”nın, yanı sıra AKP’nin kim tarafından nasıl yönetileceği kavgası da eklenmiştir.
Peki sadece bunlar mı?
Üç aydan beri yolsuzluk, rüşvet, “havuz oluşturma”… gibi Başbakan ve yakın çevresinin sayısız kirli çamaşırları ortaya dökülürken cumhurbaşkanlığı seçimi etrafında ülke siyasetini Gül-Erdoğan denklemi üstünden kurmak kabul edilebilir midir?
Hele de Kürt siyasi güçlerinin Erdoğan’ı destekleyeceğini en peşin ve tartışmasız bir gerçek olarak sunmak tam bir kontracı, kara propaganda tarzı değil midir?
2011 haziran seçiminden sonraki iki yıl boyunca bu zevatın ulusalcı odaklarla ittifak içinde Kürt siyasi güçlerinin Erdoğan’la “Başkanlık sisteminin Anayasa’ya girmesi konusunda anlaştıkları” propagandası üstünden ülke siyasetini şekillendirmelerinden sonra şimdi aynı oyunu yeniden sahnelemeye girişmeleri bir rastlantı olabilir mi?
Hele de Erdoğan ve ekibinin dışarıda Şanghay 5’lisine içeride yasakçılığa, daha otoriter bir rejim kurmaya, ulusalcılarla, Ergenekoncularla yakınlaşan bir çizgiye doğru yöneldiği dolayısıyla Kürt sorununda Kürt siyasi güçlerini tatmin edecek adımlar atmak yerine Kürt halkını yedeklemek, Kürt siyasi güçlerini ketenpereye getirme taktiğine yönelme ihtimalinin kuvvetlendiği… buna karşın da Kürt siyasi güçlerinin ve Kürt halkının da siyasal bilincinin bu ölçüde berraklaşmış olduğu koşullarda bu varsayım herhalde iyi niyetle, olmuş bitmiş bir gerçekmiş gibi ortaya atılmış olmaz.
Dünyanın, bölgenin ve Türkiye’nin içinden geçtiği süreç, masa başı uzlaşmalar üstünden kumdan kaleler yapanları hayallerin gerçekleştirilmesine el veren değil, tersine gerilimlerin, çatışma unsurlarının yükselmesine yol açan etkenlerin aktif hale geldiği bir süredir. Ve Türkiye’nin sorunları da bir Gül-Erdoğan uzlaşması, “muhafazakar bir toplum” inşası üstünden değil, 2002’de oluşturulan, egemenlerin iktidar blokunun parçalanması ve Türkiye’nin demokratikleşme taleplerinin daha da ilerlemesine yönelik bir mücadele üstünden çözülebilecek sorunlardır.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00