Kirvem,
Malum olduğu üzere atalarımız bundan bir asır önce “yedi düvel”e karşı giriştikleri “İstiklal Harbi”nde düşmanlarımızı Akdeniz’in tuzlu sularına gömdükten sonra bizlere miras bıraktıkları bu “vatan” topraklarında, hepimiz, yani onların torun ve torbaları,  bunca zamandan beri özgür, hatta deyim yerindeyse paşa paşa yaşayıp gül gibi geçinip giderken, nereden nereye şu son günlerde birdenbire milletçe kendimizi yeni baştan bir “istiklal mücadelesi”nin içinde nasıl, neden, niçin bulduk, doğrusunu söylemek gerekirse kendi payıma anlayamadım ka yavrum!
Nitekim geçen pazar günü adıyla sanıyla, unvanıyla “demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti” olan ülkemizin “anayasa”sı mucibince birer “vatandaş” olarak, kimilerimiz kuş uçmaz kervan geçmez köylerin tozlu, çamurlu yollarında, kimilerimiz patika kenarlarındaki mezralarda ayaklarımızdaki yerli malı “çarık”larımızla, bir kısmımız da  gökdelenleriyle donatılmış “modern” şehirlerimizin bal dök yala kıvamındaki tertemiz asfaltlarında, “gâvur” icadı son model grand “cherokee” jeeplerle sabahın köründen itibaren vızır vızır, harıl harıl seçim “sandık”larına doğru milletçe koşuştururken, bunu, yeni bir İstiklal Harbi uğruna yaptığımızı bilmiyordum!
Aslında ecdadımızın bizlere emanet ettiği bu vatanın her karış, her santimetre toprağı için gözümüzü kırpmadan “şehit” ya da “gazi” olmaktan asla çekinmeyeceğimizi, milli tarihimizi okuyan her Allah’ın kulu zaten sular seller misali bildiği halde, peki  hangi gafiller durduk yere ulusumuzu yeni, yepyeni bir İstiklal Harbi’nin eşiğine sürükleyip, dolayısıyla kendi ölüm fermanlarını göz göre göre niçin imzalayıp, dahası da böylesine bir salaklığa neden soyunmuşlardı ki!
Üstelik Ortadoğu’nun neredeyse gülü, bülbülü kesildiğimiz şu günlerde, hatta canımız istediğinde, daha da doğrusu kafamızın tası attığında ilk cuma namazını Suriye’nin en görkemli camilerinden birinde kılıp, Esad denen kanlı diktatöre dünyayı cehennem edebilecekken, ekonomik gücümüz tavan yaptığı için el alemin kıskançlığını, kem gözlerini başımızdan def etmek için yurdun her yanını maviş maviş nazar boncuklarıyla donatmışken, peki acaba hangi dağda kurt, tilki, sansar ya da çakal öldü de birdenbire kendimizi Kurtuluş Harbi’nın içinde pattadak bulduk, böyle bir tufaya nasıl tosladık, bu bapta da yine doğrusunu söylemek gerekirse hiçbir fikrim maalesef mafiş!
Atalarımız mazide kalan o günlerde “marş marş” komutuyla cephelerden cephelere çakaralmaz tüfeklerle, suya tirit çorbalarla, yalınayak, partal kılıklar içinde istiklal mücadelesi verirken, bizler nasıl ve niçin kaybettiğimizi bir türlü bilmediğimiz istiklal mücadelesini tekrar kazanmak için sandık önlerinde kuyruklarda beklerken, vereceğimiz “oy”larla “düşman”larımızı denize dökmeyi düşünürken, acaba farkında olmadan ecdadımıza karşı resmen saygısızlık mı edi-yorduk zo!
Onlar İstiklal Harbi’nde düşmanla kelle koltukta boğuştuktan sonra bu vatanı, dolayısıyla istiklalimizi bizlere emanet edip “öte taraf”a gözleri arkada kalmadan geçip giderken, bizler onların bu “emanet”ine “ihanet” edip, akabinde de  kendimizi bir bakıma temize çıkarmak, aklayıp paklamak için sandıklara koşuşturup, böylece hesapta istiklal mücadelesi veriyorsak, eh o zaman vay halimize!
İstiklal Harbi!..
Şu kırtıpil âlemde, şu kıçı kırık dünyada bizim gibi istiklal mücadelesi için ölümden de ötesini göze alan başka ülkeler de var mı bilemem, şayet varsa onlar da kendi istiklallerini kaybettiklerinde, tıpkı bizim gibi yollara revan olup, ardından da sandık başlarında verdikleri “oy”lar sayesinde mi istiklallerine kavuşuyorlar, bunu da keza bilemiyorum; ama bana öyle gelir ki, kendi yurttaşlarını aynı sandıkların başına dikip, yine onların kullanacakları “rey”lerle sözde istiklal mücadelesini bizatihi kendi vatandaşları arasında kıran kırana başlatan, bunu da dosta düşmana bu milenyum çağında yeni bir “icat” gibi yutturmaya kalkışan, hele hele istiklal mücadelesi derken, tam aksine sandık marifetiyle  kendi milletini neredeyse ikiye bölüp parça pinçik eden başka bir ulus ya da böylesine hırslı bir “iktidar” daha var mı, bunu da bilse bilse her halde sadece Allah bilir Kirvem!   

EVRENSEL'İNMANŞETİ

101 milyarlık gasp

101 milyarlık gasp

Enflasyonla mücadele adı altında uygulanan Erdoğan-Şimşek programı, enflasyonu düşürmüyor ama ücret ve maaşları acımasızca ezmeye devam ediyor. DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı. “Enflasyonun nedeni ücret zamları” yalanının foyası da açığa çıktı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek imzasıyla taşıt alım satımı hariç ülkedeki tüm alım satım işlemlerinde dövizle ödemenin önü açıldı.

Evrensel'i Takip Et