Sınıf ve başkanı
30 Mart yerel seçimleri bana ilkokulda tanık olduğum sınıf başkanlığı seçimlerini anımsattı. Bunun seçim sandıklarının okullarda yer almasıyla bir ilişkisi yok. Keşke öyle olsaydı. Bağlantı daha temel bir meseleden kaynaklanıyor.
Açıklayayım. Ben ilkokuldayken sınıf başkanlığı seçimi sevilen bir öğrencinin öğretmenin sınıftaki gölgesine çevrilmesinden ibaretti. Sınıf başkanının öğrencileri temsil etmesi söz konusu değildi. Tam tersine, sınıf başkanının öğretmenin otoritesini temsil etmesi ve başkan aracılığı ile bu otoritenin güçlendirilmesi amaçlanırdı. Günümüzde hâlâ sınıf başkanının görevleri sıralandığında şöyle deniliyor: Sınıfta öğretmen olmadığında en yetkili kişi sınıf başkanıdır.
30 Mart seçimlerinde işte böyle bir senaryo sahnelendi. Özellikle iktidar partisi için belediye başkanı adayının kim olduğu, neyi temsil ettiği, neler yapmayı düşündüğünden çok kimi otoritesini temsil ettiği önemliydi. Kocaman afişlerde, bina boyundaki posterlerde başkan adayının fotoğrafı yanında ille de başbakanın fotoğrafı bulunmalıydı. Bu aslında şu anlama geliyordu. Ey seçmen, bu adayın kim olduğu seni ilgilendirmiyor. Bu aday en üst mevkiden onay almış, uygun görülmüş bir aday. Ona oy vermek senin görevindir.
Yerel seçimler iktidar partisi için yerel değildi. Tıpkı sınıf başkanlığı seçiminde olduğu gibi seçilecek olan başkanın hangi zihniyeti taşıyacağı ve uygulayacağı yukarıdan belirlenmişti. Başkan seçildikten sonra talan düzenine uygun olarak davranacaktı. O kadar...
Dahası, 17 Aralık ardından iktidar partisine bir “kurtarma operasyonu” gerekiyordu. Bu nedenle yerel seçimlere referandum niteliği kazandırılmak istendi. Sınıf başkanları seçildikten sonra toplam oy sayısı hesaplandı ve sonra yüzde hesabı yapılarak bir aklama çabasına girişildi. Yani, seçilenlerin kim olduğu değil, oyların hangi partiye verildiği önemliydi.
Aklama operasyonuna göre, seçilen iktidar partisinin adayı ise bu iktidar partisinin yaptığı işlerin aklanması anlamına gelecekti. Sanki oy pusulasının altında şöyle bir dipnot bulunuyordu: Bu yuvarlağa mühür basarak iktidar partisinin adayını seçmekle kalmayıp, iktidar partisinin aldığı ve alacağı her kararı onaylar ve 17 Aralık ardından ortaya çıkan her türlü yolsuzluk ve savaş kışkırtmacılığı iddialarını reddederim. Bu mühür ile iddialarda adı geçen her kişi ve kuruluşu, hem geçmişe hem de geleceğe dönük olarak canı gönülden aklamaktayım.
Böyle bir zihniyetin demokrasi ile elbette bir ilişkisi olamaz. Tıpkı okullarda yapılan sınıf başkanlığı seçimlerinin demokrasi ile ilgisi olmaması gibi...
***
Sınıf başkanına uygun görülen role dönüp bir daha bakmakta yarar var. Sınıf başkanı öğretmenin otoritesini temsil etmek dışında neler yapar? Getir götür işleri yapar: Sınıf defterini ve yoklama fişini müdür yardımcıları odasından alır ve teslim eder. Bekçilik yapar ve diğer bekçileri yönetir: Sınıf defteri ve yoklama fişinin kaybolmasından sınıf başkanı sorumludur. Sınıf başkanı ve yardımcıları dışında hiçbir öğrenci sınıf defterine el süremez. Sınıf nöbetçilerini belirler ve kontrol eder. Okul nöbetçisini listeye göre belirler, nöbetçi müdür yardımcısına bildirir.
Sınıf başkanı öğretmenin otoritesine karşı çıkamaz. Sınıf başkanı öğretmenin otoritesini temsil ediyorsa, o zaman sınıf da ona karşı çıkamaz: Sınıf başkanının yapacağı tüm açıklamalara sınıf uymak zorundadır.
Özetle, yerel seçimlerden çıkarılacak dersler çok karmaşık değil. Mesele okullarda çocuklara dayatılan başkanlık düzeninin tüm ülke çapında uygulanmak istenmesiyle ilişkili. Sınıfın ne istediği değil, tepeden gelen emirler önemli. Yerel seçimlerde seçilen başkanlar kim olursa olsun, mesele otoritenin kimde olduğunda. Tepede mi, sınıfta mı? Tepeden inmeci düzene sınıf karşı çıkmayacak mı?
Evrensel'i Takip Et