11 Nisan 2014 00:12

Kapitalizm ve dinde kalarak hür ve dürüst seçim yapılabilir mi?

Kapitalizm ve dinde kalarak hür ve dürüst seçim yapılabilir mi?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Ben Üsküdar’a giderken aldı da bir yağmur”, Yalova, Ceylanpınar, Ankara, Antalya, Ağrı… Seçim hikayeleri ve türküler daha çok yazılır söylenir. Asıl sorun genel iradenin nasıl yansıyacağı, seçimlerin bunun iyi bir aracı olup olmadığı, hür ve dürüst seçimlerin mümkün olup olmadığı sorunudur.
Bu yazının iki sorusu bulunuyor. Birincisi “Kapitalizm içinde kalarak hür ve dürüst (fair) seçimlerin yapılması” sorunu, ikincisi “Dinde kalarak hür ve dürüst seçimlerin yapılması” sorunudur.
Locke’dan Bodin’e, Rousseau’ya Montesquieu’ya, A. Smith’ten A. Comte ve Durkheim’e felsefi boyutunu unutmayan liberaller seçimi kendiliğinden demokrasi için garanti bir sistem olarak görmezler; şartları bulunmaktadır. Sosyal sözleşme veya genel iradenin seçim üzerinden gerçekleşmesinin şartı, özgür ve dürüst seçimin şartı “akıldan”; aklın yolu da “bilimsel” ve “kişiyi özgürleştirici eğitimden” (bir başka deyişle aydınlanmadan) geçmektedir. Halka başvurmak, laik-seküler bir eğitim yoksa içi boş, anlamsız bir çoğunlukçuluğa dönüşür. Gelenekler üzerinden, din üzerinden devam edilecekse, Ortodoks ideolojiler üzerinden devam edilecekse, zaten seçime gerek yoktur, onların ana doğruları (şeriat veya dini doksalar) seçimlerin ve parlamenter sistemin üstündedir. Akıl ve vicdanlar salt gelenekle doldurulursa özgür irade ve seçim için alternatifler kalmadığı gibi, mantıki olarak özgür irade ile değiştirilemeyecekse zaten seçime ve parlamentoya da gerek yoktur, dini şuralar, dini konsüller yeterlidir.
Sokrates-Platon kuşağından bugüne çok temel bir paradoks genel irade, sosyal sözleşme, seçim ve demokrasi ile halk ve cehalet arasındaki paradoks üstüne kurulu. Adorno ve arkadaşları “konvensiyonalizmi” (etnosentrizmi, genel geçer olana bağlılığı, gelenekçiliği) faşizmim temel niteliği sayıyor. 20.yüzyılın “kitle” paradoksu büyük oranda bunun üzerine kurulu. “Kitle” toplum da olabilir sürüye de dönüşebilir. Eğitim-sosyalizasyon hür değilse, hele de mideden geçen, bağırsaklardan geçen bir doyum, daha da kötüsü metafetişizm (nema, para) buna eşlik ederse; gelenekçiliğin konformizmi, midenin ve metanın doygunluğu akla ve vicdana pek yer bırakmaz. Kapitalist demokrasilerin başlıca başarı göstergesi tam da buna, ekonomik büyümeye indirgenmiş bulunmaktadır. Pozitivist bir bakışla da bu ölçüt geçerli bir ölçüttür. Bugünlerde biraz daha kavramsal doldurumu “sürdürülebilir büyüme” şeklindedir; kârı düşürmeyen biraz çevrecilik, biraz turistik dolaşım başarı göstergelerinin ayaklarını oluşturmaktadır. “Kapitalizm (piyasa ekonomisi) içinde kalarak fakirliği ortadan kaldırmak” Davos’un gündemlerinden biri idi. Soruyu ilerletirsek “Kapitalizm içinde kalarak emperyalizmi/sömürü ortadan kaldırmak” belki bir gün “kapitalizm içinde kalarak kapitalizmi ortadan kaldırmak/sınıfları ortadan kaldırmak” gibi bir sonuç doğurursa ne âlâ. Bu yönde oldukça ümitli olan bazı İslamcıların ve bazı sol partilerin olduğunu da not etmeli. Sosyal demokrasi tam da böyle bir formül peşindeydi. Kanaatimce liberalizmin ideolojisi de aslında muhafazakârlıktan çok bilim ve sosyal sözleşmelere önem veren sosyal demokrasi sayılmalıdır.
Ancak “bilimin” özgür iradeye açık olması, kapitalizm için riskler oluşturmaya başladığı andan itibaren, burjuva demokratik devrimleri burjuva konservatizmlerine, neoconlara dönüşmüş bulunuyor.
Marksist teoride “ideoloji” ve “metafetişizm”, bunun ikisinin de insanlıkdışılaşmaya (yabancılaşmaya) doğru yol alması temel bir önemdedir. Düşünmek zordur, ahlaki yüzleşme zordur, değiştirmek zordur, mevcuda uymak, karın da doyuruyorsa, hayatta kalmanın en kolay yoludur. Onun için “bilinç” olmadan iktisadi kategori sınıf olamamakta, sınıfla hareket edememekte; hele de küçük burjuva eğilimler banka-kredi-küçük mülkiyet-makam-mevki beklentileriyle tavan yapmaktadır.
Temeli özel mülkiyet olan liberalizm ve bireycilikte paradoksal bir ahlak sorunu bulunmaktadır. İlk aydınlanmacılar da bu konuda çok durmaktadır. Seküler-dünyevi bir hukuk içinde yasaya saygı-bağlılık nasıl sağlanacaktır?
Liberalizmi bilmem ama kapitalizmin ahlakı olmadığından telafisi dindir. Neomuhafazakârlık çok da yerinde bir ideolojidir. Geriye kapitalizm ve konvensiyonalizm içinde hür ve dürüst seçimler yapmak gibi küçük bir paradoks kalmaktadır ki, bu kadar hata “kadı kızında bile olur”, Bilal ve Sümeyye’de de olur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa