AKP’nin kimyası ve Suriye!
Tunus ve Mısır diktatörleri devrilip halk ayaklanmaları bütün Arap ülkelerine yayıldığında AKP Türkiye’si, Batılı emperyalistlerin ‘model ülke’siydi. Diktatörler devrilecek, AKP gibi Batı ile uyumlu İslamcı partiler iktidar olacaktı. Ancak AKP, sadece ‘model’ değil; aynı zamanda ABD’nin Bölge’deki lider ülkesiydi. Dolayısıyla Libya’dan başlayarak bu modelin yaygınlaşması için yapılan müdahalelerin en önünde yer almalıydı. Ve AKP, kendisine biçilen ‘bölgesel rol’ü ‘yeni Osmanlıcı’ hayallerle süsleyip işe koyuldu.
Suriye, AKP’nin bütün Arap ülkelerine kendi liderliğini kabul ettirmesi için bir fırsattı. Zaman kaybetmeden işe koyuldu. Sınırlar açılarak mülteci akını teşvik edildi. Adeta Türkiye’ye Suriyeli mültecilerin gelmesi için Başbakan Erdoğan öncülüğünde bir kampanya yürütüldü. Katar ve S. Arabistan’ın desteğini de arkasına alarak Esad’ın Aleviliği üzerinden mezhep çatışması kışkırtıldı. Suriye ordusundaki Sünni askerlerin ayaklanmasıyla rejimin devrileceği beklentisi içine girildi. Hatta bunun için kamplara sığınanlardan ‘Özgür Subaylar Ordusu’ oluşturuldu. Ve AKP’nin buraya kadar attığı adımlar başını ABD ve Fransa’nın çektiği Batılı emperyalistler tarafından da desteklendi. Çünkü Suriye rejiminin düşmesi, karşı emperyalist blokun (Rusya ve Çin’in) bölgedeki en önemli dayanaklarından birini kaybetmesi anlamına geliyordu. Suriye’den sonra son kale de (İran) kuşatılacak ve Lübnan Hizbullah’ı da İsrail’in karşısında bir direnç merkezi olmaktan çıkartılacaktı.
Davutoğlu, Katar ve S.Arabistan’a “Esad, 6 ayda düşer” demişti. Ancak zaman geçiyor ama rejim düşmüyordu. Şam ve Halep başta olmak üzere Sünni kentlerde halkın Esad karşıtı silahlı grupları destekleme beklentisi de boşa düşmüştü. ABD istihbaratı Suriye ordusunun büyük oranda Esad’a bağlı kaldığına dair raporlar hazırlamış, öte yandan zaten Rusya ve İran, Suriye’ye müdahaleye seyirci kalmayacaklarını açıktan ilan etmişlerdi. ABD’nin Suriye muhalefetini Suriye Muhalif ve devrimci Güçler Koalisyonu (SMDK) üzerinden kendine bağlama girişimi de boşa düşmüştü. Meydan ‘Kafir Esad’a karşı cihat için Suriye’ye dünyanın dört bir tarafından gelen cihatçı gruplara kalmıştı. Müslüman Kardeşleri destekleyen Katar da yavaş yavaş sahneden çekildi. Geriye iki ülke kaldı. Kuzeyde Türkiye ve güneyde S. Arabistan. Ve Türkiye’nin Suriye’ye müdahale için elinde tek dayanağı kalmıştı; cihat için gelen el Kaideci çeteler!
Oysa AKP’yi müdahalenin ‘koçbaşı’ yapanlar için durum yavaş yavaş değişmeye başlamıştı. Mısır’da Müslüman Kardeşler Batı için güven verici bir çizgiye gelmemişti. Müdahale edilen ülkelerde radikal İslamcı gruplar cirit atmaya başlamıştı. Bu gruplardan biri Libya’da ABD büyükelçisini öldürmüştü. Dolayısıyla Batılı emperyalistler ‘yeni model’ peşinde koşmayı bırakıp eski rejimleri yeniden restore etmeye başladılar. Mısır’da general Sisi’nin Mursi’ye yönelik darbesi desteklendi. Ancak Batı ‘model’ değiştirse de AKP, rolünü oynamakta ısrar etti. Dahası Mısır’da çizgi değiştiren Batı’yla çatışma noktasına geldi. El Kaideci gruplara (el Nusra ve IŞİD) her türlü desteği vermeyi sürdürdü. Çünkü artık bölgede adım atamaz hale gelen AKP için Esad rejiminin devrilmesi, Sünni İslam’ın liderliği iddiasının devamı için olmazsa olmaz hale gelmişti. Öte yandan Rojava’da Kürtlerin kendi yönetimlerini kurmaları engellenmeliydi. Yoksa Kürtlerin Suriye’de siyasi statü sahibi olması, ülkede AKP’nin uygulamaya çalıştığı statüsüz çözümü de imkansız hale getirecekti.
Bugüne işte böyle gelindi. ABD’li Gazeteci Seymour M. Hersh’ün Şam kırsalında yer alan Doğu Guta’daki kimyasal saldırının arkasında AKP’nin olduğu iddiası, AKP’nin Suriye’ye müdahale için her şeyi göze aldığını göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Hersh, ABD’nin elinde el Nusra’nın sarin gazı üretme birimi bulunduğu ve bunun arkasında MİT’in olduğu konusunda istihbarat bilgilerinin yer aldığını söylüyordu. O yüzden Guta saldırısından sonra Obama’nın ABD’yi müdahaleye ikna etmek isteyen Erdoğan ve MİT müsteşarı Fidan’a, “Suriye’deki radikallerle neler yaptığınızı biliyoruz” dediğini aktarıyor. Bu arada Türkiye’nin AGİT Büyükelçisinin Türkiye’nin “el Kaidenin destekçisi değil, hedefi olduğu”nu göstermek için Reyhanlı saldırısını el Kaide’nin yaptığını söylediğini de hatırlatıp geçelim. Hersh’ün AKP ile ilgili iddiaları gündeme getirdiği günlerde dikkat çeken bir diğer gelişme de Batı’da, özellikle Yayladağı sınırındaki Ermeni kasabası Keseb’e yönelik saldırı nedeniyle Türkiye’ye karşı kampanya yürütülmesiydi. Dolayısıyla kimyasal katliam ile ilgili iddia, aslında dünün ‘model’i AKP’nin kimyasının nasıl bozulduğunu ve artık Batı ile uyuşamaz hale geldiğini gözler önüne sermektedir. Obama’nın S. Arabistan ziyaretinde hazırlanan yeni Suriye planında Türkiye’ye yer vermemesi de bu uyuşmazlığın vardığı noktayı gösteriyor. Bu durum elbette AKP’nin el Kaideye sarılması gibi emperyalistlerin de zorunda kaldıklarında her şeye hazır hale gelmiş bir AKP’yi kullanma ihtimalini ortadan kaldırmamaktadır. Emperyalizm ve iş birlikçilerinin savaş ve düşmanlık politikalarına karşı bölgenin mazlum halklarının çıkış yolu ise Rojava’da başlayan yürüyüşü büyütmekten; barış ve kardeşlik içinde yaşayacakları demokratik bir geleceği birlikte kurmaktan geçmektedir.
Evrensel'i Takip Et