Ölüme yatırılanlar: cezaevi/ezaevi
Yüzlercesi yaşama huzurla veda hakkı için bekletiliyorlar. Kimler mi onlar? Salıverilmezlerse eğer ölümcül hastalıkları günbegün ağırlaşacak. Onlara bu hali ile ölüme yatırdıklarımız da diyebiliriz.
Sağlık hakkı bağlamında hiçbir hak herhangi bir grup için sınırlandırılmadı mevzuaatta. Peki nasıl oluyor da birileri tutuklu ve hükümlülere bu ayrımcılığı uygulayabiliyor?
Etik ve güncel hukuk işkence ve kötü muameleyi yasaklıyor. Peki neye dayanarak tedaviye ulaşımları engellenebiliyor mahpusların? Sorsanız “yok öyle bir uygulama” denecektir. Eğer birileri her hastane sevkinde çıplak arama yapıyorsa, muayene odasına varıldığında eller kelepçeli tutuluyorsa, muayene anında jandarma içeride kalmayı sürdürüyorsa ciddi bir sorun var demektir değil mi? Biliniyor ki birçok hasta mahpus sırf bu nedenlerden dolayı hastanelere gitmek istemiyor.
Kimi zaman da hastanede yatmak gerekiyor ki bu da bir başka sorunlu yan. Malum hastanelerde artık hastabakıcı yok. Sağlık hakkı piyasalaştırılırken hastabakıcılık yerine hasta yakınlarının refakat edişi bu amaçla kullanılmaya başlandı. Ama hasta bir mahpussa eğer böyle bir olanağı olmuyor. Düşünün kapıda bir jandarma elde silah beklemede, yan yatakta yatan hasta belki daha da ağır, hastabakıcı yok, üstüne mahkumun bir yakını refakatçı olamıyor. En basitinden tuvalet ihtiyaçlarını nasıl giderecek şimdi? Doğası gereği cezaevinde arkadaşlarının yanında kalmak istiyor ciddi hastalığı olup bir başkasının desteğine gereksinim duyanlar.
Günümüzde hasta mahpuslara yönelik en büyük ayrımcılık “ikincil görüş hakkı” bağlamında yaşanıyor. Dışarıda olan herkes gibi cezaevindeki hastalanların da bir başka hekimden görüş alma hakkı olmalı oysa.
Cezaevi ve sağlık başlığında gözden kaçan bir ayrıntı var ki üzerinde sağlıkçılar kadar hukukçuların da emek harcaması gerekiyor. Eğer özgürlüğünden mahrum bırakılmış bir kişi yeterli sağlık hizmeti alamıyor veya sağlık hakkına ulaşımda örtülü veya aşikar engellemelerle karşılaşıyor ise “işkence ve kötü muamele” başlığında ele alınmalıdır artık. İdam cezasının kaldırıldığı bir ülkede bu tarz engellemeler bir anlamda “biyolojik silah” olarak da ele alınabilir. Kişinin kendi bedeninin ve o bedendeki hastalıkların kişinin kendisine karşı bir ölüm aygıtına çevrilmesi kadar dehşet verici başka bir silah olabilir mi?
Evet, işkence bir insanlık suçu ve bu nedenle işlenen suçlarda zaman aşımı yok. Tedavisi engellenmiş, yaşam hakkı zorlaştırılmış her bir hasta mahpus işkence ve kötü muamele mağdurudur. Bu olgularda sorumluların işkence ve kötü muameleden yargılanmaları gerekiyor elbet.
Hastalığının son döneminde olan mahpusların sayısı her geçen gün artıyor. Hele bir de adli mahpus ise hasta, sorunu dillendirecek bir kamuoyu oluşamıyor; çünkü aktarım mekanizmaları yok. Bu nedenle bağımsız izleme mekanizmaları son derece önemli. Ne yazık ki ülkemizde devlet aklı bu konuda yan çizmekle meşgul.
Cezaevinde tedavisinin devamını sürdüremeyecek kadar ağır hastalıklara dair Adli Tıp Kurumunda da sorunlu yanlar / yaklaşımlar mevcut. Rapor çıksa bile Cumhurbaşkanlığı makamı ve ilgili savcılıkların tutum alışlarında ciddi sorunlar var. Adli raporu hasta lehine çıkmış kimi olgularda savcılıkların salıvermeme gerekçeleri sağlık ve yaşam hakkı bağlamında tam bir ayrımcılık adeta.
Ve bizler, kendisini dışarıda görenler....
Cezaevinde yitip giden herbir hasta mahpusun ‘ölüme yatırılışında’ sorumluluğumuz var.
Evrensel'i Takip Et