Anılar kaybolmamalı
Hüseyin Yurttaş, İzmirli şair yazarlarımızdandır. Öğretmenliği yanında yayıncılık, dergicilik çalışmaları onu geniş bir yazar kitlesiyle tanışıklığın ötesinde ilişkilere sokmuştu. Özellikle Bilgi Yayınlarının editörlüğü onun sanat dergisi çıkarmaktan çok farklı olan yayıncılık sorunlarıyla da tanıştırdı. Hüseyin Yurttaş, esprili bir insandır. Keyfi de yerindeyse taklitli fıkralarla şenlendirir konuşmaları. Kim bilir ne çok anı, mektup biriktirmiştir. Bunca yılın tarihinden bence bir iki yudumu bize sundu geçenlerde : “Onları Tanıdım”. Tekin Yayınevi’nin bastığı kitabın alt başlığı Anılarla Portreler. 350 sayfalık kitapta Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir’den Can Yücel’e, Hasan İzzettin Dinamo’dan Mehmet Başaran’a Selahattin Hilav’dan Vecihi Timuroğlu’na edebiyat dünyasının bütün canlı kişileri yer alıyor. Bu kişiler arasında Adnan Özyalçıner ile benim de olduğumu söylersem, kitaba iltimas geçtiğimi düşünmezsiniz sanırım.
Hüseyin Yurttaş’ın bu kitabı yazması kaybolup gitmemesi gereken anıları, yazar özelliklerini saptaması kadar bir dönemi yansıtması bakımından da önemli. Onun anlattığı onca olayın arka planında sıkıyönetimler, sürgünler, darbeler var. Ansiklopediciliğin yaygınlaştığı dönem hapisten çıkan devrimcilerin kapı kapı ansiklopedi ve kitap (bazen de çelik tencere) sattığı, ansiklopedi maddesi yazma işi peşinde koştukları, ansiklopedilerin neredeyse metre ile satılıp Türkçede çevirmeni olmayan Hollandaca ansiklopedilerin bile ithal edildiği bir dönemdi. Ansiklopedi çalışanları (bir tanesi de benim) ansiklopediler için şehir efsaneleri anlatıyorlar (İngiltere’de bir yayınevi deney olarak 30 ciltlik ansiklopedinin iki cildini boş bırakmış yalnız iki şikayet gelmiş), fasiküller halinde satılan ansiklopedilerin geleceği dağıtım tekellerinin elinde, dağıtmayıp, biriktirip üç dört sayı iade ettiler mi ansiklopedinin geleceği sarsılıyor.... Eski öğretmenler durmadan yeni okul dergisi projeleri yapıyorlar... Bu arada Hüseyin Yurttaş da dağıtım, sanat dergisi koşturup duruyor. Her tatsız olaydan da gülünecek bir şeyler bulmaya çalışıyor (Ama şiirleri hiç ihmal etmiyor). Dergi çıkarıp güzel batırıyor. Kimi zaman yolu İstanbul’a düşerse sıkıntılarımızı bir bardak çayla dağıtmaya, o ara nerede çalışıyorsak oraya, uğruyor. Bir yandan da sevgi notları diye andığı bu yazıları kaydediyor, belleğine .
Sözü ona bırakayım en iyisi:
“TRT sunucularından (şimdi emekli) Fikret Alan’ın bana anlattığı iki anekdotu da size aktarmak istiyorum.
Bir belediyenin düzenlediği etkinliğe Can Yücel de davetliymiş. Belediyenin minibüsü, festivale davetli sanatçıları belli bir noktadan alıp, yola koyulmuş. Gecikenler olduğundan yola biraz geç çıkılmış.
Kafileyi toparlayacak olan görevliye belediye başkanı sıkı sıkıya tembih etmiş: Şu saatte, konuklarla birlikte festival açılışında olacaksın. Biz açılışı buna göre yapacağız ve konuklarımızı da halka tanıtacağız...
Gecikildiği için minibüs şoförü bastırmış, tam gaz gidiyormuş. Yol da epeyce uzun... Bir süre sonra sanatçı konuklardan mola istekleri gelmeye başlamış. Şoför yine gaza basıp duruyormuş ya, kafileyi götürmekle görevli öbür kişiye bizimkiler dertlerini anlatmışlar: Hiç değilse tuvalet ihtiyaçlarını gidermek için şöyle eli yüzü düzgün bir yerde durulsun...
Görevli bu isteği kabul etmek zorunda kalmış; ancak konuklara sıkı sıkı bir tembihte bulunmadan edememiş: “Ne olur,” demiş “Yirmi dakika dolduğunda hepimiz minibüste olalım. Ben hiç kimseyi aramak ve toplamak zorunda kalmayayım.” Tamam mı, tamam!
Bu konuşmalardan sonra bir yerde durmuşlar. Herkes, tuvalete koşarken Can Baba restoranda almış soluğu:
“Evladım” demiş, “Bir otuz beşlik rakı versene!”
Refik Durbaş da yanındaymış o sıra.
“Baba, n’apıyorsun yav?” demiş. “Yirmi dakika” dediler...”
“İyi ya,” demiş Can Baba, “Biz de yetmişlik demedik...”
Sözü Can Yücel ile kesmek güzeldir. Eline sağlık Hüseyin Yurttaş.
*Onları Tanıdım, Anılar Portreler, Hüseyin Yurttaş, Tekin Yayınları, 350 s. 22 Tl.
Evrensel'i Takip Et