Sendika yok da vicdanlı sendikacılar da mı yok!
Fotoğraf: Envato
Günlerdir polis Yatağan’ın özelleştirmeye karşı mücadele eden işçilerini Ankara’ya sığdırmıyor. Gazla, copla, suyla, atlı robokoplarla saldırıyor işçilere.
Bu vahşi saldırı, pek çok sendika genel merkezinin binalarının önünde oluyor ama işçilerin örgütü, onların haklarını korumak için kurulmuş konfederasyonların, sendikaların yöneticilerinden bir tepki, bir ses, bir nefes yok!
MÜCADELEDEN YANA SENDİKACILAR NEREDE?
Evet, uzunca bir zamanda beri sendikalar yok meydanlarda. İşçiler pek çok alanda yanlarında bulmadı, bulamıyor sendikalarını. Bulduklarında ise göstermelik, daha da kötüsü işçileri geriye çekmenin, mücadelenin yenilgiye uğramasının aleti olarak buluyorlar onları. Yani işçiler, çoğu zaman ve çoğu yerde, sendikaları yanlarında olmadan bir sendikal mücadele yürütmeye çalışıyorlar.
Uzun zamandır işçiler, sendikaları olmadan mücadele ediyorlar ama şimdi bir de “İşçilerin yanında yer alacak vicdanlı sendikacılar da mı kalmadı?” sorusunu soruyorlar.
Bu soruya gönül rahatlığı ile “Kaldı” diyemiyoruz. Ama yine de biliyoruz ki, sendikaların her kademesinde mücadeleden yana, sınıftan yana sendikacılar var. Ne var ki bugün sendikal mücadele; sınıftan yana sendikacıların dünkünden daha çok sorumluluk almasını, sendikal bürokrasinin etraflarına ördüğü “sendikal disiplin”, “ast üst hiyerarşisi”, … kuşatmasını aşan bir tutumla mücadeleye katılmasını gerektiriyor. Çünkü artık mücadele, “duygu olarak sınıftan, mücadeleden yana” olma, “olup biteni üzüntüyle izleme” ya da mücadelenin kendisinden beklediğinden daha geriden bir tavır alınmasını tolere etmiyor.
Onun için bugün mücadele içindeki işçiler, sendikalarını, sendika yöneticilerini kendileriyle aynı mevzide görmediklerinde “Hadi konfederasyonlar, sendikalar örgüt olarak yanımıza gelmiyor mücadeleden yana sendikacı da mı hiç kalmadı; vicdanlı bildiğimiz, mücadeleci dediğimiz sendikacılar nerede?” diye soruyorlar.
YATAĞAN İŞÇİLERİ MÜCADELE EDİYOR; TÜRK-İŞ İŞÇİLERE KARŞI!
Söylenenlerin anlaşılması için tartışmayı, Yatağan işçileri başta olmak üzere mücadele eden işçilerin son günlerdeki eylemleri üstünden ilerletelim.
Kemerköy ve Yeniköy termik santrallerinin işçileri ve Yatağan maden işçileri, aylardır, hatta yıllardır özelleştirmeye karşı mücadele ediyorlar. Mücadele şimdi hem Yatağan’da “işyerlerine kapanma”, hem de Ankara’da gösteriler, yürüyüşler ve basın açıklamalarıyla bir direniş olarak sürüyor. Polis, en vahşi yöntemlerle Ankara’da özelleştirmeyi protesto eden işçilere saldırıyor. Yeni bir “Tekel direnişi” olabilir korkusuyla da yasa, hak-hukuk demeden saldıran polis ve idare karşısında hiçbir etkinlik göstermeyen Türk-İş, tek aktif tutumunu Türk-İş binasını da işçilere kapatarak, sınıf düşmanı rolünü oynamaya devam etmede gösteriyor. Bağlı sendikaların tutumu da Türk-İş’ten geri kalır değil.
SEYİTÖMER İŞÇİLERİ İSYANDA!
Yatağan işçilerinin mücadelesi önceki gün Kütahya-Seyitömer Elektrik üretim işçilerinin mücadelesiyle birleşti.
Seyitömer santralinde işten çıkarılan işçiler, özel güvenliğin işten atılmalarına tepki gösteren işçilere ateş açmasıyla adeta bir ayaklanmaya dönüştü. İşletmenin idare binasını yakan işçileri jandarma durduramadı, patronun “Bütün işçileri yeniden işe alacağız” vaadiyle yatıştırılabildi işçiler.
Elbette bu vaade inanılamaz. Ama işçilerin birliği ve mücadele kararlılığı sürerse patron işçileri yeniden işe almak zorunda kalabilir. Aksi halde patronlar ve yerel yöneticiler, işçilerin tepkisini “suç” sayıp, cezalandırmak için emniyetin, savcıların devreye sokulması da dahil yeni saldırılar düzenleyeceklerdir.
Süren başka direnişler de var. Greif işçileri işyerini işgalden sonra da direnişlerini hem sendika yöneticilerine hem de patrona karşı sürdürüyor.
Punto Deri işçileri aylardır direnişte.
Çapa ve Cerrahpaşa hastanelerinde taşeron işçilerinin iş bırakma ve değişik biçimdeki eylemleri devam ediyor.
Ve tabii her gün ülkenin bir ya da birkaç bölgesinde yeni işçi eylemleri ortaya çıkıyor. Ve bu eylemler emek mücadelesinin giderek güçlenenen bir döneme girdiğini gösteriyor.
BU EYLEMLER NE ANLAMA GELİYOR?
İstanbul Nakış işçilerin grevi, Punto Deri işçilerinin direnişleri, Kumport işçilerinin direnişi, Greif işgali ve direnişi, kamu emekçilerinin genel greve varan eylemleri, taşeron işçilerinin iş bırakma ve direnişleri,… ile süren eylemlerle de birleşip onlardan güç alan Yatağan işçileri ve Seyitömer işçilerinin eylemleri gösteriyor ki; işçi mücadeleleri artık daha üst bir mücadele biçimine evrilmektedir.
İşçi talepleri karşısında patronların ve hükümetlerin duyarsızlığı, talepleri şiddetle bastırma tutumuna karşı işçiler de kendi tutumlarını almakta, sendikaların ve patronların çizdiği sınırlar içinde kalındığında yenileceklerini görmelerinden gelen bir ataklıkla hareket etmeye yönelmektedirler.
Evet, bu tespit kuşkusuz işçi sınıfı mücadelesiyle kendi mücadelesi arasında olumlu bağ kuran her sendikal çevre, emek mücadelesine yakınlık duyan her siyasi çevre için bir “görev yenilenmesi” anlamına gelir. Ama bugün bu mücadele sendikal bürokrasiyi de hedef alan bir mücadele olarak ele alındığı ölçüde anlamlı olacaktır. Çünkü son yıllarda açıkça ortaya çıkmıştır ki, sendikal bürokrasiyle işbirliği olmadan patronların ve hükümetlerinin işçi mücadelelerini alt etmeleri olanaklı değildir.
EĞER SENDİKA YÖNETİCİLERİ HÜKÜMETLERE VE PATRONLARA BAĞIMLI OLMASAYDI...
Eğer Türk-İş bürokrasisi başta olmak üzere sendikacıların (elbette çoğunluğu), patronlar ve hükümetleriyle ideolojik, siyasi, ekonomik, “duygusal”,… bağları olmasaydı; bugün Yatağan ve Seyitömer işçilerinin taleplerin görmezden, duymazdan gelmez, konfederasyonlar ve sendikalar birleşir, sendikasız işçilerin taleplerini de bu mücadeleye bağlayarak milyonlarca işçiyi hükümetin ve patronların özelleştirme, esnek çalışma, işçi haklarının gasp eden politikaları karşısına dikerlerdi. Böylece patronların ve Hükümetlerin işçi haklarını ve ülke kaynaklarını büyük tekellere, multi milyonerlere peşkeş çekmeden ibaret ekonomi politikaları da yerle yeksan olurdu!
SERMAYEYE KARŞI MÜCADELENİN DİĞER BOYUTU SENDİKAL BÜROKRASİYE KARŞI MÜCADELEDİR
Ama ne yazık ki sendikalar ve sendikacılar büyük çoğunluğu ile ya patronların ve Hükümetin gönüllü askerleri ya da sinmiş, küçük çıkarlarla kontrol altına alınmış tebaası durumuna gelmişlerdir.
Bu yüzden de işçiler elbette konfederasyonları, sendikaları alanlara, mücadelede yer almaya çağıracaklardır (normalde tersi olmalı, sendikalar işçileri alanlara çağırmalıydı) ama bu mücadele bir yanıyla da bu yüzünü patronlara ve hükümete sırtını sınıfa dönmüş sendikacılık anlayışına, bu anlayışın temsilcisi sendikacılara karşı bir mücadele olduğu ölçüde bir ilerleme şansı vardır.
Elbette bu mücadeleyi sadece Yatağan’ın, Seyitömer’in Greif’in,… işçileri değil, her sektörden ileri işçi kesimleri, her konfederasyon ve sendikadan, her kademeden sınıftan ve mücadeleden yana sendikacılar sürdürmekle karşı karşıyadırlar. Bugün mücadeleden, emekten, sınıftan yana olmak bunu gerektirir.
BÜROKRASİYE KARŞI MÜCADELE BÜROKRATİK SINIRLAMALARA KARŞI MÜCADELEDİR!
Bu yüzden de artık mücadeleye katılmak, mücadele edenlerin yanında olmak için;
1-) Bir sendika ya da konfederasyonun merkezinde yer alan mücadeleci sendikacı, mücadeleye katılmak, o mücadeleye kendi desteğini katmak için (elbette yönetimi ikna etmeye de çalışacaktır) yönetim kurulu kararını beklememek durumundadır.
2-) Mücadeleden yana sendika şubesi ve yöneticileri, mücadeleye katılmak için ne sendika merkezinden ne de şube yönetiminden bir karar çıkmasını beklemek zorundadır. Burada inisiyatif kendisinde olmak durumundadır.
3-) İşyeri temsilcileri, ileri işçi kesimleri ve ileri kamu emekçileri mücadeleye desteklerini sunmak ya da öncülük etmek için sendika yöneticilerinden “direktif gelmesini” bekleyemezler. Dahası bu kesimler, yukarıdan gelecek “Aman durun; yapmayın” diyen telkinlerini de umursayacak, mücadelenin kendisinden beklediği katkıyı yapmak için her olanağı sonuna kadar kullanacak bir mevzi tutmakla karşı karşıyadırlar.
Aksi halde mücadele, sendikal bürokrasinin çizdiği sınırları aşamamakta, aştığı noktada sendika geri çekici, işçiyle patronu arasına girip işçiyi bölen bir alete dönüşmektedir.
Sendikal mücadele boyun eğerek, yukarıdan emir bekleyerek yürüyecek bir mücadele değildir. Son yıllarda yaşananlar bunu açıkça göstermektedir. Boyun eğme ve “at pazarlığı” üstünden uzlaşmayı esas alan sendikacılık çizgisi egemen olduğu için de sendikalar bugün bütün etkinliklerini, itibarlarını yitirmişlerdir.
HANGİ YÜZLE 1 MAYIS’I KUTLAYACAKLAR?
Bütün bu olup biten karşısında sesini çıkarmayan, polis-jandarma şiddetini, patronların zulmünü, Hükümetin emek düşmanı politikaları karşısında sesini çıkarmayan, işçilerin birliğini geliştirmek, mücadelesini ilerletmek, dayanışmasını sağlamak için parmağını kıpırdatmayan sendikacılar hangi yüzle işçilerin birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs’ı kutlayacaklar?
“Kutluyoruz” derlerse de kim inanacaktır onlara?
Dahası söylediklerine kendileri inanacak mıdır?
Ağızlarından çıkan sözle yaşadıkları arasındaki derin uçuruma vicdanları, eğer hala bir vicdanları varsa, isyan etmeyecek midir?
….
Soru çok da bu olup biten karşısında üç maymunu oynayan sendikacılarda bu soruların olumlu yanıtı var mı?
Siz söyleyin ey mücadele içindeki her sektörden işçiler!
Siz söyleyin ey olup bitene az çok anlam veren ileri işçi kesimleri!
Siz de söyleyin sınıftan, mücadeleden yana olduğunu söyleyen, bizim de öyle bildiğimiz her işkolundan, her kademeden sendikacılar!
Sizin bir yanıtınız var mı bu sorulara?
Yanıtınız varsa ve olumluysa; o zaman “Ben de varım!” diyerek ortaya çıkmalısınız. Başka bir çaresi de yoktur bu gidişat bir son vermenin.
KURULTAY KOMİTELERİN ÇAĞRISINA KULAK VEREREK 1 MAYIS’I KUTLAMANIN ZAMANI
Önceki gün gazetemizde ülkenin başlıca sanayi havzalarında yapılan Kurultayların Komitelerinin tüm mücadeleci işçilere, sendikacılara yaptığı çağrı da artık ortadadır.
Şimdi bu çağrıya yanıt vermenin, sendikaları, sınıfın sermaye ve sömürüye karşı mücadele merkezleri olarak inşa etmenin, gerçek anlamda örgütlü bir sendikal mücadele için adım atmanın zamanıdır.
Şimdi sermayenin ve hükümetlerin sadırılarına karşı tüm diri emek güçlerini birleştirmenin, ülke sathında tüm mücadele eden işçilerin, emekçilerin dayanışması için bir adım atmanın zamanıdır.
Şimdi 1 Mayıs’ı bütün bu değerlerin öne çıktığı bir mücadele olarak kutlamanın zamanıdır!
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00