6 Mayıs 2014
DİĞER YAZILARI
İnsan olmak 29 Ocak 2025
Anılara dönmek 22 Ocak 2025
Gemici Islığı 1 Ocak 2025
Dünden bugüne 25 Aralık 2024
Ellerinize ve yalana dair  18 Aralık 2024
Eski dostlar 11 Aralık 2024
YAZI ARŞİVİ

Sabah evden çıkıyorum. Sıcak nemli bir hava var. Sis aralandığında güneş yüzünü gösteriyor. Çiçekler açmış,  leylak ve ıhlamur kokuları sarmış ortalığı. Martı sesleri kuş cıvıltıları arasında vapur iskelesine doğru yürüyorum. Her şey iyi güzel de uyandığımda yüreğime yapışan sıkıntı neden geçmek bilmiyor? Günlerin kafa yorgunluğuna veriyorum. Dost ölümleri pek üst üste geldi. Daha Alpay Kabacalı’nın acısını atamadan üzerimden bu kez de Bülent Habora’nın ölüm haberi geldi. Bizim ‘60 kuşağının güzelim insanları bir bir bizi yalnızlığa terk edip gidiveriyorlar. İkinci kitabım “Güneşin Düşmanları” nın ön sözünü Alpay yazmıştı. Yazarlığın, gazeteciliğin çilesini çekmiş, soruşturmalar ve cezaevleri ile erken tanışmıştı. Yaşamı boyunca kendine yapılanlardan hiç yakınmadı. O sıkıntılı dönemlerindeki dik duruşunu korudu hep. Tam bir emek insanıydı. Şöhrete yüz vermeyen alçak gönüllü üretken bir yazı adamıydı. Araştırmacı gazeteciliğin öncülerinden oldu. Ölümüne dek bilgi dağarını belgelerle destekleyerek topluma yadsınamaz önemde değerli yapıtlar bıraktı. “Türkiye’de Siyasi Cinayetler” ve “Osmanlı’dan Günümüze Sansür” çalışmaları her gazetecinin her aydının kitaplığında bulunması gereken yapıtlarındandır.
Bülent Habora’yı 1961 de Son Posta’da tanımıştım. Gazetecilikten çok edebiyata meraklıydı. Şanslıydık, Cengiz Tuncer, Tarık Dursun K, Aydın Emeç, Bülent Şener gibi kültür birikimleri ile bizi etkileyen yazı işleri kadromuz bir başka deyişle ustalarımız vardı. Bülent bir süre sonra çok sevdiği edebiyat dergilerine döndü. Kitap tutkusu onu yayıncılığa itti ve Habora Yayınlarını kurdu. Her güzelliği paylaşmak isteyen heyecanlı bir yapısı, çalışkan dürüst bir karakteri vardı. Alpay gibi o da alçak gönüllülüğü hiç elden bırakmadı.Yıllar sonra evrensel’de  buluştuk yazılarımızla. Tatlı bir sürprizdi.
 Galiba  tüm bu dost ölümlerini böyle yoğun bir biçimde anımsamamda Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idamlarının yıl dönümü olan 6 Mayıs’ın da etkisi var.12 Mart  darbesinin ardından bir yıl boyunca gazeteci kimliğimle  Selimiye Kışlası’nda duruşma izledim. Dönemin aydın bilim insanlarına, düşün insanlarına, gazetecilerine  özellikle de yurtsever gençlerine yapılan  zulme, deli saçması suçlamalara kadar can sıkıcı pek çok şeye tanık oldum. Sonraları yargısız infazlara da. Sırf siyasi bir kan davası haline getirilen Deniz ve arkadaşlarının  idamı,  toplumda derin yaralar açtı açmasına ama 20’li yaşlarını süren gençlerin  ölümleri, öldürülmeleri  bitmedi. Devlet çarkının gençleri potansiyel suçlu ilan etme  alışkanlığı da tam o sıralarda başladı ve yazık ki günümüzde de devam ediyor Ali İhsan Korkmaz’lara, Berkin Elvan’lara kadar gelip dayanıyor.  
Bazen yaşımdan çok gördüklerimin, tanık olduklarımın, çağa ayak uydurmada  bir arpa boyu yol kat edemeyen demokrasimizin yorgunluğunu hissediyorum üzerimde. Birlikte yol arkadaşlığı ettiğim güzel insanları yitirmek  bu açıdan daha da acı veriyor. İçim yanıyor. Yanlış anlaşılmasın sakın. Hayır, pes etmiş karamsarlığa kapılmış filan değilim. Gezi, bize  ipuçlarını verdi.Taptaze solukları, paylaşmaya dönük çalışmaları, yiğit duruşları ile yepyeni bir gençlik geliyor. Yarınlar onların…
6 Mayıs’ın anısına yazımı  Can Yücel’in  bir şiiri ile sonlayacağım:
 ‘Mare Nostrum’               
En uzun koşuysa elbet Türkiye’de de devrim
O, onun en güzel yüz metresini koştu
En sekmez lüverin namlusundan fırlayarak
En hızlısıydı hepimizin,
En önce göğüsledi ipi…
Acıyorsam sana anam avradım olsun,
Ama aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!

Evrensel'i Takip Et