Sporsever miyiz?...
Fotoğraf: Envato
Galatasaray bir hafta içinde kazandığı iki kupayla zafer sarhoşluğu yaşıyor!.. Kadınlar basketbol liginin final serisindeki son maçta Fenerbahçe’yi ağırladılar. Ne ağırlamak ama!.. Tabii seride durum
2-2’yse ve son maçı da kendi sahanda oynuyorsan işi şansa bırakmayacaksın!.. Ayağa kadar gelen fırsat tepilir mi?.. Ne yapıp edip bu maç kazanılmalıydı ve kazanıldı!..
Gözler dönmüş bir kere... Yapılacaklar belli. Rakibe saygıymış, erdemli mücadeleymiş, centilmenlikmiş falan, öncelikle bunları bir kenara bırakacaksın. Kazanmanın dışında herhangi bir kaygıya, duyarlılığa ne gerek var ki?.. Bizi sportif güzellikler değil, kazanmak mutlu etmiyor mu zaten?..
Rakip takımın oyuncularını sindirmek, psikolojik olarak çökertmek ve “iş göremez” hale getirmek için elinden geleni ardına koymayacaksın. Hatta gerekirse rakip takımın maça gelmeye cüret etmiş(!) yöneticilerine saldıracak, onları linç etmeye kalkışacaksın. Rakibe saygı duyma, rakibe değer verme, eşit koşullarda mücadele gibi erdemleri yerle bir ederek karşılaşmayı kazanacak, sonra da hiç sıkılmadan, utanmadan sevinip coşacak, şampiyonluğun tadını çıkaracaksın!.. Yaşananlardan rahatsızlık duymayıp her şeyi gönül rahatlığıyla sindiren ve “şampiyon olduk” diye sevinenlere sporsever demek mümkün mü?..
Fenerbahçeli yöneticiler kendilerine yönelik saldırının organize olduğunu söylüyorlar. Yanılıyorlar... Hiç de öyle değil... Artık bu tip saldırılar, oyunun doğal akışı içinde kendiliğinden meydana geliyor. Oyunun bir parçası gibi. Yani, planlamaya, hazırlık yapmaya falan ihtiyaç yok. Kendi sahanda oynuyorsan, seyirci avantajını “her şekilde” kullanacak ve kazanacaksın!.. Başka türlüsü kesinlikle düşünülemez bile!..
Son maç Fenerbahçe’nin sahasında oynansaydı ve Galatasaraylı yöneticiler o salona gitseydi, farklı görüntüler mi ortaya çıkacaktı sanki?.. Kim, saha ve seyirci avantajını elinde bulunduruyorsa, rakibe yönelik hastalıklı nefretini, küfür ve şiddet aracılığıyla doya doya kusuyor...
Sporu değil, sadece takımımızı ve kazanmayı seviyoruz. Takım severlik üzerinde yükselen spor kültürümüzde, rakibe saygı, erdemli mücadele gibi değerlere yer yok ne yazık ki...
Özel ilgi gösterip el üstünde tuttuğumuz sporcular aslında nasıl bir kültüre sahip olduğumuzun göstergesi. Melo, Burak, Volkan, Emre gibi ahlaki ve sportif değerleri umursamayan oyuncuların kendi taraftarlarının gözünde en muteber yere sahip olmaları tesadüf değil. Karakter bakımından, spor kültürümüze en çok yakışan, en uygun düşen futbolcular bunlar...
Ahlaki değerler önemli ama kazanmak elbette ki çok daha önemli!.. Üstelik, ahlaki değerler başarı yolunda zaman zaman engel bile oluşturabiliyor!.. İşte bu anlayışa sahip taraftarlar, kazanmak adına yeri geldiğinde ahlaki değerleri ezip geçen, kışkırtıcılık ve rakiplerine saygısızlık yapmayı alışkanlık haline getiren -tabii onların gözünde canını dişine takarak mücadele eden- bu oyuncuları bağırlarına basıyor... Böyle oyuncuya, böyle taraftar... Ya da böyle taraftara, böyle oyuncu...
Çirkef oyuncuları yere göğe sığdıramıyor, onlara kahraman muamelesi yapıyor ve takımı en iyi onların temsil ettiğine inanıyoruz... Böylece tam da endüstrinin istediği gibi; oyunun, gerginlikten rant üreten bir rotada ilerlemesine hizmet ediyoruz...
Takım severlikten sporseverliğe geçemediğimiz sürece, ne endüstrinin cenderesinden ve dayatmalarından kurtulabilir, ne de küfürsüz, şiddetsiz bir spor ortamı yaratabiliriz...
- Yapı 12 Aralık 2024 04:32
- Herkesi kendi gibi sananlar 05 Aralık 2024 04:28
- Bize oyunu anlatın 28 Kasım 2024 06:10
- Tutuculuğun bedeli 21 Kasım 2024 04:37
- Buyrun cinnet ortamına... 14 Kasım 2024 04:14
- Komplodan komediye 07 Kasım 2024 04:12
- Seviyesiz saha dışı, kalitesiz saha içi 31 Ekim 2024 04:34
- Mourinho öğretiyor 24 Ekim 2024 03:33
- Milli takım kazandı çünkü... 17 Ekim 2024 04:04
- Hapishaneden milli takıma 10 Ekim 2024 04:45
- Ne kadar rezil olursak... 03 Ekim 2024 04:28
- Oyunu geriden kurma saplantısı 26 Eylül 2024 03:26