‘Hayır ben büyüğüm’
Birine haddini bildirmeyi fena halde isteyen kişiler buluşmuş. Bulabildikleri çare, onu bir şekilde suçüstünde yakalamayı becermek. Yoksa “- Yolsuzlukları? - Bilmeyen mi var?” Plan yapılıyor, görev tamamlanıyor, kayıt alınıyor. Arkasından öyle bir fırtına kopuyor ki, şirketler batıyor, ekonomi çöküyor, memleket alt üst.
Burası, Karınca Kapanı’nın geçtiği yer, bizimkinden başka herhangi bir ülke olabilir herhalde. Şaka bir yana, Fırat Tanış’ın yönettiği ilk filmin açtığı tartışma anlamlı. Büyük çöküşle ilgili bilgi filmin başında verilse de, olaylar her şeyin nasıl başladığını anlatıyor. Ülkenin en zengin patronlarından Güven’in (Cüneyt Uzunlar) eşi Münevver Sarıselimoğlu’ya (Neslihan Yeldan) çektirmediği şey kalmamış. Münevver de dinsizin hakkından gelecek bir imansız arıyor. Kadının kocasından intikam alma çabası başta daha klişe bir aile içi gerilim izleyecekmişiz izlenimi yaratıyor. Oysa filmin asıl dikkat çekici ikinci yarısı, bir patronu tanıma ve cezalandırma üzerine, tek mekanda geçen iki kişilik bir hesaplaşma üstüne gidiyor. Galip (Fırat Tanış) tam bu intikam için biçilmiş kaftan, hayatın kendisini neden oradan oraya savurduğunu çok düşünmüş, gözü kara bir adam. Aşırı sakin ve cesur görünen Güven’le konuşmaları, acımasız bir psikopat olarak bir patronun portresini göz önüne seriyor, bu sayede. Ceza da ona göre kesiliyor.
Film, bizdeki malum suçüstü kayıtlardan çok önce, Cüneyt Uzunlar’ın yazdığı bir tiyatro oyunundan uyarlanmış. Tanış’ın yönetmenliğiyle sosyal yanı epey kuvvetli bir suç-gerilim filmi olmuş. Galip, yer yer Fırat Tanış’ın meşhur olduğu mahalle kabadayısı parodilerine kaçsa da, sürprizli ve yaşayan bir karakter olduğundan filmi tek başına sırtlıyor neredeyse. Güven kadar zengin bir herifin bu kadar güvenliksiz dolaşması ve Galip’i karşısına alıp muhabbete girişmesine zaten inanması zorken, Uzunlar’ın abartılı oyunculuğu onun bir karakter olarak tutulup deşilmesini güçleştiriyor. Oysa, filme adını veren karınca eziyeti alışkanlığından başlayarak film esasen onun hakkında. Filmin derdinin kapitalizmle olduğu anlaşılsa da, Güven’in çocukluğundan itibaren soğukkanlı bir manyak olmasıyla ülkenin büyük patronlarından olması hem örtüşüyor gibi, hem de aralarında bir neden sonuç ilişkisi yok. Çatışmanın kişisel olmaktan kurtulacakmış sanki, ama bir türlü olamıyor.
Epey uzun diyaloglar var ve kapitalizmin adaletsizliğinde bir patronun yüzüne söylenecekler, sadece haklılıklarıyla bile seyirciden aldığı alkışı hak eder. “Ömründe bir karıncayı bile incitmemiş olan” bir Yaşar Usta değil, işe karınca katliyle başlayan patronun karşısına çıkan ama biliyoruz ki Galip de “Vurur ve dönüp arkasına bakmaz bile”. Kaybedecek bir şeyi olmayanların öfkesi karşısında “Bir hiç, anlıyor musun?” Belki, 70’lerin daha örgütlü ve özgüvenli işçi sınıfının bir üyesinin masaya yumruğu vurmasıyla, bugünün iyice azgınlaşan ve kendine ulaşılmaz görünen kaleler yapan patronunun karşısına lümpen kabadayının çıkması arasındaki fark böyle olur.
Evrensel'i Takip Et