14 Mayıs 2014

Afrika’yı önce köle kaynağı olarak kullanan, sonra da baştan sona sömürge kıta durumuna getiren eski sömürgecilik ve emperyalizm, 1950’li yıllardan başlayarak sert bir devrimci halk muhalefetiyle karşılaşmıştı. Uzun süren gerilla mücadelesi ve halk savaşlarıyla ‘70’li yılara gelindiğinde, “Afrika Sosyalizmi” adı verilen politikaya dayanarak “Büyük Afrika Sosyalist Birliği” kurmak gibi güzel ideallerle taçlanmış bir özgürleşme hareketi bütün kıtaya yayılmıştı. Antisömürgeci ve antiemperyalist hareket bütün halkların ödediği ağır bedellerle ilerlerken, çeşitli biçimlerde bölündü, yozlaştırıldı ve önemli liderlerin hayattan ayrılmalarıyla eski düzen yeni biçimler altında Afrika’ya yeniden hakim oldu.
Bütün bu mücadele sürecinde, Avrupa’nın eski sömürgeci yeni emperyalist ülkeleri, en insanlık dışı yöntemlerle halka tam anlamıyla kan kusturdu. Korkunç işkencelerle öldürülen devrimciler, yakılan köyler, kitle katliamları Afrika’nın belleğinde derin ve acılı izler bıraktı. Diğer yandan, sömürgeciler ve emperyalistler, “cahil sürüsü yamyamlar” olarak gördüğü halkların dinini değiştirmeye, doğa tapımına dayanan arkaik inançlar yerine Hristiyanlığı hakim kılmaya özel gayret gösterdi. Bir Afrikalı şefin diliyle anlatılan hikayede olanlar, vahşi emperyalist saldırganlığın ideolojik aletlerinin rolünü anlatmak için çok değerlidir. “Beyaz adam geldiğinde, onun elinde bir kitap vardı, bizim elimizde ise topraklarımız; şimdi bizim bir kitabımız oldu, ama topraklar onların!”
Hristiyanlık, silahların gölgesinde yürütülen yaygın misyonerlik faaliyetinin sonucunda Afrika halkının yeni dini oldu. Sömürüyü, korkunç zulmü örten, meşrulaştıran ve yerli halk arasında sömürgecilere destekçiler yaratan bir araçtı. Seçilmiş çocuklar Avrupa’nın en iyi üniversitelerinde işbirlikçi yöneticiler olarak eğitildiler. Ülkelerine, yeni-sömürgeci politikaların gereği olarak, eski sömürge valilerinin görevini üstlenen eğitilmiş yerliler olarak döndüler! Yalnızca kapitalizmin hakimiyetinin araçları olmakla kalmadılar, aynı zamanda Batılı eğitimin tek ve şaşmaz “kalkınma yolu” olduğu inancını ve buna uygun eğitim programlarını da beraberlerinde getirdiler. Kiliseyle el ele, yine seçilmiş çocukları ve burjuvalaştırılmış kabile reislerini yeni yönetici adayları olarak yetiştiren kurumlar açtılar.
Devrimci Afrika, hem kapitalist-emperyalist yeni sömürgeciliğe karşı hem de Batı’dan gelen bütün kurumlara karşı bir başkaldırıydı. O kadar ki, Afrikalı devrim önderleri, Marx dahil bütün “Batılı” sosyalizm teorisyenlerini de sorgulamaya, kendilerine özgü yeni bir teori ve politika inşa etmeye yöneldiler. Kuşkularının ve tepkilerinin tarihsel olarak haklı kökleri vardı. Batı, onların karşısına sömürgeci alçaklık olarak çıkmıştı ve en kutsal değerlerden bilime, felsefeye ve sanata kadar her kurumu zulmünün dayanağı ve aracı olarak kullanmıştı.
Bugün BOKO HARAM adıyla sahneye çıkan şeriatçı örgüt, bu mirasın çarpık bir çocuğundan başka bir şey değildir. Boko Haram, “Batı haramdır” anlamına geliyor. Kendilerine yakıştırdıkları bu adın nasıl bir kara geçmişe dayandığını, hangi silinmez anıları temsil ettiğini bilmeliyiz. Çünkü onların hareketinde yalnızca kaba şiddeti ve şeriatçı ilkelliği görür, ama Afrika tarihinin kanlı mirasını göz ardı edersek, kendisine silahlı müdahale için bahane arayan emperyalizmi “haklı” görmeye eğilim duymaya başlayabiliriz.
Boko Haram, yarım yamalak ideolojisinin kör ettiği aklıyla asla bir kurtuluş politikası izleyemez. Çılgınca şiddetten başka bir savaş yöntemi de bulamaz. Hristiyan din adamlarına, Hristiyanlaştırılmış halk topluluklarına, çocuklara, okullara ve kadınlara yönelik şiddetinin bir yanında ahmaklık ve cahillik vardır; ama diğer yanında da alçakça boğazlanmış, işkenceyle parçalanmış, kitleler halinde yok edilmiş atalarının intikam ateşiyle tutuşturduğu öfkeleri vardır.
Hiç kuşkusuz, bütün diğer “cihatçı örgütler” gibi onlar da, ilerleyen sürecin bir dönemecinde kendilerinden daha hesaplı, daha gelişmiş politika tekniklerine sahip düşmanları tarafından güdülmeye başlayacaklardır. Afrika, emperyalistler açısından her geçen gün değeri artan bir sömürü alanıdır ve savunmasız insanlara saldırarak güç göstermeye çalışan çaresiz saldırganların bu sürece karşı koymak adına oynayabilecekleri hiçbir olumlu rol yoktur. 

EVRENSEL'İNMANŞETİ

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

‘Nasıl dayanalım bu koşullara!’

Antep’in de aralarında olduğu bölge illerinde ortalama işçi ücreti asgari ücretin altında, haftanın 7 günü, pazarları 12 saat çalışma, üretim baskısı! Devletin ve patronların yasaklar, kolluk gücü ve sendikacı tutuklamasıyla devam ettirmek istediği bu düzenin dayanılmaz hale geldiğini söyleyen Çelikaslan işçisi, tüm işçileri BİRTEK-SEN çatısı altında birleşmeye çağırdı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et