16 Mayıs 2014 00:19

En şanlı elbise

En şanlı elbise

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Hâlâ çalışan işçi sayısını bile bilmediğimizden, kolay bir kelimeymiş gibi “yüzlerce” madenciden biri dediler ona. Kurtulanlardan sayılıyordu, sermaye düzeninden yekten değilse de, canını almasından. İlk kez temiz havaya çıktı, çıkar çıkmaz da ambulansa götürüldü. Elini kolunu nereye koyacağını bilemeyip orada sordu: “Çizmeleri çıkarayım mı, sedye kirlenmesin?” Sağlık emekçisi “Çıkarma, gerek yok” demese, yapacaktı da. Sedyenin temizliğini kendi sağlığının önüne koyan asaleti, günlerdir Soma katliamının sembollerinden biri olmasını sağladı.
O gün, Başbakanın ülkenin sokaklarında yürüyemez hale geldiği, madenci yakınlarının Başbakanlık müşavirinden tekme yediği, cinayetin hesabının sorulmasını isteyenlerin en yoğun gazla zehirlenmeye çalışıldığı, her zamankinden çok eli sopalının ortaya çıktığı gün, dedi bunu. Onlar da aynı ülkenin insanıydılar, çizmeyi çıkarmaya yeltenenler de.
Çizme, tek başına ezilmişliği ve alçakgönüllülüğü bir arada anlatabilen bir sahneydi. Tek de değildi. “Mahmut kaldı, beni bırakın onu çıkarın, onun karısı hamile” diyen arkadaşı, cehennemden çıkar çıkmaz arkadaşlarını kurtarmak için yeniden içeri girmekten başka bir şey düşünmeyen öteki işçiler, her biri ayrı dersler olarak izlendi. Ancak işçi sınıfının sahip olduğu birlik duygusu, dayanışma, tevazu, hayatta kalmaya çalışma anında böyle kendini gösterdi.
Öyle bir faciaydı ki başımıza gelen, ağzını açıp söyleyecek laf bulanlar azınlıkta kaldı. Hepimiz, sağımızdakinden duyduğunu solundakine tekrarladı ki, bari gerçeği duymayan kalmasın. Penguen medyası, her zamanki zavallılığıyla, patronların patronundan talimat beklerken ölü taklidine çoktan başlamıştı çünkü. Gerçek denen karın ağrısı ile ilgilenen az da olsa ne kadar mecra varsa, onlar çoğaltıldı.
Yine de edecek o lafları bulanlar, ölüleri kullanarak siyaset yapıldığını tespit edenler, Hükümetin katliamda hiçbir günahı olmadığına çok emin konuşanlar, hesap vermeyip taziye iletenler, önlem almayıp yas ilan edenlerle laf yarıştırılmaz. Patronun kendini savunmasına gerek bırakmayan gazetecileri, akademisyenleri, bürokratları, siyasetçileri, hatta sendikacıları var zaten. Özelleştirmeden sonra maliyetleri düşürmekle övünen patronun hangi güvenlik tedbirlerini almadığını denetlemekle yükümlü devletin iş birlikçiliğini daha fazla anlatamaz insan. “Bu devlet patronların devletidir” cümlesi, manzaranın kendisinden daha açıklayıcı değil çünkü. Mecliste daha iki hafta önce verilen önergenin iktidar partisi tarafından reddedilmesi de, maden ruhsatının doğrudan Başbakana bağlanması da, AKP’ye üye olmayanın madende işe bile girememesi de, hakları yok eden taşeron sisteminin yaygınlaştırılması da, işçilerin kanının en az patron kadar Hükümetin de eline bulaştığını anlatmaya yeter de artar. Ama hâlâ Hükümete karşı bir komplodan söz edenlere daha ne diyeceksiniz? Öldürülen işçi sayısını gizlediler, trafo nasıl patladı açıklanamadı, çalışan işçi sayısı bile belli değil, çocuk işçi konusunda çelişkili açıklamalar yaptılar, içeriden çıkan her işçi başka bir hikaye anlattı... Pozlar hâlâ, duruma hakimmiş gibi. Nasıl baş edilir çıldırmadan? 150 yıl önceki maden kazasını örnek verip paçayı sıyırmaya çalışanla “literatür” yarışına girilir mi?
Katillerin iktidarının maaşlı goygoycularında laf çok ve her birinin sayısız cevabı var. Ama bunlara lafla karşılık vermenin, çizmeyle verilen kadar manası yok. İşçi sınıfı mütevazıdır elbet de, kıç tekmelemeyi bilmediğinden değil. Düşmanın yalanlarıyla baş etmeye nefes yetmez her zaman, ama düşman da, arkadaşını kurtarmak için kendi canını hiçe sayan, felaketi yaşadığı yerin iki bin metre altına, bu kez kendi isteğiyle giren karşısında çaresiz işte. Madenden çıkamayanın öfkesi mi daha büyüktür, marketten çıkamayanın korkusu mu?
Halkla arasına hem polisi, hem mavi bereli komandoları dizenlere, ona rağmen bir tek “Defol”dan sonra kendini marketlerde bulanlara böyle gelir, önüne bakma sırası. Kendi mezarlarına kendi istekleriyle giren bir sınıftan, nereye kaçılabilir?
Bu dünyayı, o çizmeler ve o “en şanlı elbise”ler temizler. Nâzım’ın şiirinin başı, geçen hazirana tercüman olmuştu, bu da devamı:
“Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
- çürüyen diş, dökülen et -,
bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet...”

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa