Siyaset yapmak
Şu günlerde Hasan Hüseyin’in dizeleri dönüp dolaşıyor beynimde :
“duvarda bir gazete
mavi
sarı
kırmızı
tabutlar sıra sıra
tabutlar dizi dizi
sarınmış gidiyorlar al bayraklarına
sarı şapkalılar ordusunun adsız kahramanları”
Hamit Kalyoncu’nun Kömür Kokan Şiirler (Pervaz Yayınları, 2005) adlı geniş seçkisindeki şiirlerden birinin bir bölümü bu.
Hasan Hüseyin gibi “ al bayraklı tabutlardan geliyor /gözlerimin kırmızısı” derdim ben de. Eğer o fotoğrafta kocasının çizmelerine sarılmış genç kadını görmeseydim. Kalabalığın içinde kalkan yumruğu fark etmeseydim. Hastanede sıra bekleyen bir başka genç kadını dinlemeseydim.
Hastanedeki genç işçi karısının söylediği her şeyi aktaramam. Ağır tahrik karşısında bile “hakaret” maddesine girer. Ama şu söz çok üzdü beni: “Madenci karısı olsam, o koşullarda kazanılan ekmek boğazımdan nasıl geçerdi?”.
Erol Çatma’nın, “Kömür Tutuşunca- Evrensel Yay.-1997 ” kitabından alıntıladığım A. W Gouldner’in araştırması; madencilerin genel ruhsal durumlarını incelerken bu genç kadını doğruluyor:
“Maden ocakları, işçiler için korku ve kaygı kaynağıdır. Karanlık madenlerin boş ve terk edilmiş oyukları, dayanılması güç, işçiyi yıldırmaya yeterli sıkıntılı bir ortam yaratır. Maden işçisi her an sakatlanma ve ölüm korkusu içindedir. Tavandan her an bir kaya göçebilir, her an bir çökme olabilir. Madende her şey sert ve acımasızdır.
Ne kadar dikkat edilirse edilsin maden işçisinin kazaya uğraması kaçınılmazdır. Bu nedenle maden işçisinin, ayrı davranış göstermesini, yaralanma ve ölüm tehlikesiyle dolu bir ortamda bulunmak zorunda olmasında aramalıdır.
Maden ocaklarında çalışan işçiler arasında yüksek derecede bir dayanışma duygusunun gelişmesinin maddi kaynağını da bu tehlikeli ortam oluşturur. Örneğin: Bir madencinin iş kazasına uğradığının görülmesi halinde hemen işçiler işi bırakır, öteki arkadaşlarına da duyurarak toplanırlar. Bir tavan çökmesi altında kalan işçi için öteki işçiler tüm araçlarını bırakır.
Madenci genellikle haşin, kaba görünüm altında engin insan sevgisi taşıyan, işi ile övünen, iş arkadaşlarına çok bağlı, başka işleri küçümseyen onurlu bir kişidir. Bu yüzden madencilere disiplin cezası uygulaması fazla etkili olmaz. Bu tür uygulamalar ters bile teper.”
Bütün bu sözlerin ve akşam haberlerinin, yürüyüşlerin, protestoların arasında bir başka haber de çekti ilgimi.Gaziantep Üniversitesinde bir gençlik programına bir şair çağrılıymış. Olayı aktaran Abbas Güçlü Milliyet’teki Diyalog köşesinde o şairin programını açıklıyor: “Müzeleri, oyuncakları, sanatı, edebiyatı, şiiri anlatacaktı.” Ama gündem yüzünden programa uyulamamış: (...) “ Başlarında baretler ve yüzlerinde kömür karalarıyla programa katılan gençler, hazırladıkları pankartlarla cinayet gibi kazaya sert ama temkinli tepki gösterdiler. Yaşanan bu acılı günde söz alan gençlerin siyasetten uzak, sağduyulu tavrı, mesajları ve birlik beraberlikleri örnek gibiydi”. Altını çizdiğim sözlerin gençleri korumaya yönelik olduğunu sanıyorum. Yoksa böyle oyuncaklı bir programa baretle katılmak bile siyasettir.
Misafir şair de madenciler konusunda belli şeyler söylemiş ama şu satırların altını çizmeden edemedim: “Tabii ki acıları konuşacağız ama acıların üzerine siyaset yaparak bir yere varamayız. (...)Bilim insanlarının çalışmaları siyasetin üstündedir. Biz çok fazla politize edilmiş bir hayatın içine gömüldük. Bilim ve sanattan başka bizi kurtaracak ne var?”
(Siyaset kavramını Vikipedia’ya göre açıklayayım: “Siyaset veya politika, devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış. Siyaset kelimesi Arapça “seyis” (at bakıcısı) kelimesinden türemiştir.Yunan siyasal yaşamında ise siyaset, “polis”e ya da devlete ait etkinlikler biçiminde tanımlanmıştır. Politika bilimi (politoloji) politik hareketler ve güç edinilmesi ve kullanımı konusunu inceler.Aristoteles’e göre “politika,” toplumun halka dair yaptığı tüm etkinliklerdir.”)
Bilim ve sanatı siyasetten soyutlayan kişi yüksek eğitimli olmasa, şimdi bulunduğu yere de yaptığı ve değiştirdiği siyaset sayesinde gelmese “bilinçsiz” derdim. Gençler bilimin de sanatın da siyasetle ilişkisini iyi biliyorlar neyse ki. Salondaki “sert ama temkinli “ tepkileri de kamera karşısında davranmanın inceliklerini bilmekten olmalı. Yalnız “siyasetten uzak” nasıl davranmışlar anlayamadım...
Kimseyle tartışmak istemem ama söz konusu şair bir de olay anlatmış, Mücap Ofluoğlu’nun yaşamını. Efendim Ofluoğlu Ankara konservatuvar sınavını kazanamayınca Zonguldak’ta ocakta çalışan, madende göçük ve ölümleri gören, onun tiyatrodaki heyecanını gören arkadaşlarının ve ustasının parasal desteğiyle İstanbul’da tiyatro okuluna gitmiş bir kişiymiş (Aslı öyle değil ya neyse). Keşke Mücap Ofluoğlu öyküsü anlatacağına Zonguldaklı madenci sanatçıları mesela, Fahri Bozbaş’ı, Mehmet Yılmaz’ı, Ahmet Turgut Etingü’yü, Mehmet Seyda’yı anlatsaydı. Nasılsa Rüştü Onur’u, Muzaffer Tayyip’i (sinemamız sağolsun) herkes biliyor.
Asıl sorunumuz şu özelleşmeden, özelleşmenin yağma ve peşkeşe dönmesinden doğan durumlarda bu ülkenin yazar çizeri ya cesur olacak, Avrupa’dan söz ederken o müzelerdeki madenci çocuk pabuçlarından yapılan düzenlemeleri, madenlerdeki çocuk köleliğinin kanıtlarını anlatıp bizde de madende çalışmak isteyenlerin genellikle 15-19 yaş aralığında olduğunu ekleyecek... Ya da susacak.
Nedir bu siyaset yapma korkusu, gençlere siyaseti yasaklama içgüdüsü. Bu olanaksızı oldurmaya çalışma çabasıdır. Çünkü, ne yazık yaşanan her şey siyasete dahildir.
Evrensel'i Takip Et