12 Eylül karanlığı Türkiye’nin üzerine ben ortaokuldayken çöktü. Liseye geldiğimde anladım ki, doğanın yeşiline, baharın yeşiline, pazarın yeşiline hiç benzemeyen çirkin ve korkunç yeşiller var. Bu yeşiller ışıkla değil, 12 Eylül karanlığıyla yeşeriyordu.
Bu yeşillerden biri asker yeşiliydi. O yeşili zaten daha küçükken, Yunanistan’da albayların cuntasında görmüştüm. Sokağa çıkma yasaklarını, sokağa çıkan çocukların karşısına dikilen eli tüfekli askerleri, binaları zangır zangır titreten tankları biliyordum. Bu çirkin yeşilin militarizmin rengi olduğunu ve Türkiye’yi nasıl kasıp kavurduğunu ise yıllar sonra kavrayabilecektim.
12 Eylül karanlığı içerisinde parlayan yeşillerden bir diğeri doların yeşiliydi. Türkiye’de bu yeşilin sevilmesini sağlama görevi Turgut Özal’a verilmişti. Gördüm ki, bu yeşil dünyayı yönetiyor. Üniversiteyi bitirip dolar yeşilinin geldiği yere gittiğimde, daha sonra dünyayı gezip görmeye başladığımda bunu daha iyi kavradım. Doların yeşilini sevenler insanları sevmiyorlardı.
12 Eylül sayesinde liseyi bitirmeden karşımıza çıkarılan diğer yeşil, tek tip insan üreten bir tornadan çıkmış gibi görünen garip öğretmenler aracılığı ile dayatılan dinciliğin yeşiliydi. Bu yeşilin ne olduğunu anlamakta zorluk çekiyorduk. Karşımıza çıkarılan öğretmenlerin içinde bir kızla bir erkek aynı sırada oturursa ders anlatamadığını söyleyen de vardı, bir kompozisyonda geçen “tanrı” sözcüğünü duyunca “Allah” diye bağıran da. Ankara’nın en iyi okullarından biri olduğu söylenen okulumda böyle yeşil öğretmenler ilk kez görülüyordu.
Yıllar geçti. Türkiye’nin derin devleti, kontrgerillası, özel harpçisi, kadrolu katilleri işkencecileri boş duracak değildi. Onların içinden biri, korkunç biri, bir dönemin simgesi oldu. Ona “Yeşil” diyorlardı. 12 Eylül karanlığı içinden çıkıp gelen ölüm ve yıkım makinesinin yüzü oydu. İnsanlığa karşı işlenmiş suçlar onun işiydi. Onun arkasında ve cebinde doların yeşili vardı. İstediği an asker yeşiline, istediği an dincilerin yeşiline bürünebiliyordu. Ona boşuna “Yeşil” demiyorlardı. Malatya, Çorum, Maraş’tan Madımak’a, asit kuyularına, beyaz Toroslara hepsini birbirini bağlayan nice “Yeşil” halka vardı.
***
Türkiye 2000’lere 12 Eylül karanlığında yeşeren bu yeşiller ile girdi. Tıpkı tropik bir ormanda olduğu gibi, bu yeşiller hızla büyüdü ve ülkeyi kapladı. Kurulan yeni düzenin cilası yerindeydi, boyalı medyası güçlüydü. Onun için bu yeşil düzenin en çirkin örneklerini örtmek zor değildi. İsmail Saymaz gibi gerçek gazeteciler olmasa, 18 Nisan 2007’de Malatya’da gerçekleştirilen Zirve Katliamı’nın arkasından yemyeşil bir kurgunun (JİTEM, soyadı “Yeşil” olan bir binbaşı, İlahiyatçılar, siyasetçiler, düzene hizmet eden medya, dini bütün “hassas” vatandaşlar) olduğunu kimse bilmeyecekti.
***
Bütün bunları neden bugün konuşmak gerekiyor? Çünkü Soma’da olanlar işte bu yemyeşil düzenin en son ve korkunç örneği. Türkiye’de bir ölüm ve yıkım düzeni egemen. Bu düzene geçirilen yeşil din kılıfının altından çıkanlar tüm dünyanın gözleri önünde. Bu düzen bugün artık daha da saydam.
Doların yeşili tam merkezde! Tek amaç kâr ve para. Ölüm ve yıkım makinesi bunun hizmetinde. Bu makineyi yönetenler artık daha pervasız. Kameralar önünde, hem de yere düşmüş birine tekme atmaktan çekinmiyorlar. Yere düşen kişiyi tutan, yeşil üniformalı jandarmalar. Bizzat başbakan birine el kaldırıyor. Ağzından dökülenler yeşil küfürler: “İsrail dölü!”
Başbakan kurulan şiddet düzeninden çok emin. “Hadi yuh desene” diyecek denli pervasız. Öfkeyle sokağa çıkan halkın üzerine kapıkulu polisleri salmaktan da çekinmiyorlar.
Soma’nın karasından yapmacık yaslar çıkarmak isteyenlere, “şehit” yakıştırması yapan akılsızlara edilecek bir çift söz var. Soma’da sayısı bile açıklanamayacak kadar çok işçi ölüme gönderildi. Soma’nın karası yemyeşil düzenin kaçınılmaz sonucudur. Gelecekte başka Soma işçi katliamları yaşanması da kaçınılmazdır.
Türkiye’de kurulan bu yemyeşil düzen sürdükçe bu ülke baştan başa mezarlar ile kaplanacaktır. Bugün yas tutma günü değildir. Gün yeşillerin ürettiği karanlığa karşı çıkma ve mücadele etme günüdür.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Metal tokat

Metal tokat

Renault işçileri, yaşadıkları sorunlar karşısında patronların yanında duran şube yönetimine karşı harekete geçti: Delege sayısının 3 katı aday çıktı, seçimlere katılım rekoru kırıldı, şubenin belirlediği adaylar geride kaldı. 200 bin metal işçisini ilgilendiren MESS grup sözleşmesi öncesi Metal Fırtına’nın amiral gemisi Renault’da yapılan seçimler sendikal bürokrasiye tokat oldu.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
12 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et