Fıtrat meselesi
Kirvem,
Bir müddetten beri sana postaladığım mektuplarımda, güncel yaşantımızda sıkça müracaat ettiğimiz “kelime oyunları”ndan bahsetmiş, devamını da bu haftaya ertelemiştim. Ama olmadı; sözümü tutmadım, daha da doğrusu tutamadım.
Pardon!
Kirvem, aşağıda karalayacağım satırların, kendimce yumurtlayacağım “cılk” yumurtaların kimlerin hoşuna gideceğini, ya da tam aksine kimlerin sinir uçlarına, bam tellerine dokunup rahatsız edeceğini, kimlerin “inanç”larına “terso” düştüğü için belki de adlı adınca yedi sülaleme küfredip yıkayıp yağlayacaklarını bilmiyorum, bilemiyorum; ama peşinen, hani lafı eveleyip gevelemeden şunu belirtmeliyim ki, geçtiğimiz gün Soma’da, “ekmek” uğruna girdikleri madenden cansız bedenleri çıkarılan işçilerin ardından oraya altlarındaki kırmızı plakalı “makam” araçlarıyla, “helikopter”lerle koşuşturup, “necip” milletimizin acılarını güya paylaşıp, hele hele her zamanki benzer olaylarda olduğu gibi “lü lü lü makamı”nda salya sümük “timsah gözyaşları”na boğulan bilumum yetkili “zevat”ın gülcemallerini, televizyon ekranlarından izlediğimde kendi payıma “ifrit” olurken, diğer taraftan da basmakalıp, hani çarşıya pazara götürüp satmaya kalkışsan beş para etmez laflar eşliğinde sözde “teselli” edici “laga luga”larını ciddiyetle dile getirdiklerinde de, onların adına utandım, utanıyorum…
Hayır! No!
Derdim, maksadım ne falanca “yetkili”nin kolundaki saatin bilmem kaç yüz bin papelken, kömür isine bulanıp pisi pisine can vermiş “gariban” işçinin bileğindeki kıytırık saatin matematiksel hesabıyla, ne de ayakkabı kutularında, evdeki kasalarda istiflenmiş “yeşil” dolarlarla, keza bir türlü “sıfır”lanamamış “mor” avrolarla uğraşıp, bu tür “sıradan” işlerle oyalanmak değil; tam aksine bu meseleleri ister “paralel”, ister “yamuk”, isterse tarafsız, yansız “adil” yargı organlarına bırakıp, kendimce çok daha önemli bulduğum, şu konuya parmak basıp, mercek altına almak istiyorum!
Şehitlik meselesi…
Kirvem, daha öceleri de çeşitli vesilelerle değindiğim üzre, birçok şeyin yanı sıra, hele hele “din”i konulara aklım, fikrim ermez, bu taraklarda ezelden beri bez dokumadığım gibi, keza “inanç” meselesi tahtında da, “Tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna” der geçerim; ama iş, dönüp dolaşıp eninde sonunda insanların dini duygularını “sömürme”ye, tornavida, çekiç, kerpeten, özellikle de “maymuncuk” misali her kapıyı açan “alet” gibi pazarlanmaya kalkışıldığında, bu tür alengirli işler karşısında Yeniçeriler gibi belki kazan kaldırmam ama, kendi kafamın dikine gitmeyi tercih ederim!
Okey! Dini meselelere aklım ermez, ama bu konularda ciddi ciddi kafa yorup, dirsek çürütüp “fetva” verenlere bakılırsa; gerek Müslümanlıkta, gerekse Hıristiyanlıkta din uğruna ölenlere “şehit” denirken, öte yandan son yıllarda ülkemizde “şehit”lik kavramının içi kof bir ceviz gibi boşaltılıp, hani deyim yerindeyse yerine göre “kitabına uyduruldu”…
Nitekim mesela hurda kamyonuyla, kabak lastiğiyle, üç günlük ehliyetiyle Posof’un karlı, buzlu yollarında trafik kazasında ölen acemi asker, tansiyonu aniden yükseldiği için yolun ortasına yığılıp kalan trafik polisi, şehitlik mertebesine ulaştığı gibi, keza tersanelerde yeterli “önlem”leri almadıkları, madenlerde gereken ekipmanları bulundurmadıkları için görünmez “kaza”lar sonucu ölen işçilere “şehit” deyip, onların geride bıraktıkları “can”larına bunu bir nevi”teselli” mükafatı babında lütfedip, böylece ucuz yollu, kurnazca yaklaşımlarla “sorumluluk”tan kaçıp, bunun utancını sinsice gizlemeye kalkışmak, nedense ülkemizdeki “devlet adamlığı”nın “fıtrat”ına daha uygun!
Soma’da nafakalarını kazanmak için girdikleri madenden, başımızın başı başbakanımızın buyurduğu gibi işin doğası, “fıtrat”ı mucibince ölüp gidenlerin ardından “ağıt” yakıp, gönderdeki “al” bayrakları yarıya kadar indirip, akabinde de kepçelerle yan yan açılan çukurlara, “ekmek” uğruna ölen yüzlerce “emek”çi için “şehit”lik açmak “siyaset”in doğasına uyuyorsa, dahası da milletçe böylesine bir “haslet”in esiri olup, bunu da rahatlıkla hazmedebiliyorsak, ehh o zaman başkalarını bilemem ama, özüme kalırsa batsın bu “fıtrat”…
Ekmekleri için çalışıp didinirken, kim bilir hangi “ihmal”ler sonucunda ölen işçilerimizi “şehit”lik mertebesine yükseltirken, beri yandan kömür karası “kara “talih”lerinden kıl payı kurtulup, yaralı bereli de olsa “günyüzü”ne çıkabilen işçilerimizin göğüslerini teselli babında “gazi” nişanlarıyla donatıp, böylece “günah”larımızın kefaretini bu yolla acaba ödeyebilir miyiz, bunu da, bu andavallı aklımca zaten bilemem Kirvem!
Evrensel'i Takip Et