20 Mayıs 2014 00:37

Gezi'yle Soma'nın ortak programı

Gezi\'yle Soma\'nın ortak programı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Üzgünüz, kederliyiz, öfkeliyiz. Boğazımızdaki yumruğu çözmek için sokağa çıkıp bağırdığımız an üzerimize yağan su ve gaz bu duyguları bastırmadığı gibi, onları perçinleyen bir yenisini ekliyor: Çaresizlik. İşte politik müdahalenin gerekli olduğu an! Gençliğimin sokak eylemlerinde çalan Moğollar şarkısındaki gibi: “Bir şey yapmalı”!
Esnek ve güvencesiz çalışma bir süredir sadece işyerindeki düzeni değil, toplumsal ve siyasal düzenimizi tanımlayan ve özgüvenimizi belirleyen başlıca etken haline geldi. Sosyalistler bu düzenin işleyişini anlamalı ve buna uygun stratejiler ve örgütler geliştirmeli. Açlık ve yoksulluk korkusu altındaki bireylerin ve ailelerinin yalnız ve çaresiz olmadıklarını gösterecek ve güvenebilecekleri bir toplumsal dayanışma ağı temel bir ihtiyaç. Hayat TV’nin saatler süren işçi röportajları bu açıdan çok değerli veriler sunuyor. Soma’daki işçinin “bilinç seviyesini” ilçedeki oy oranlarıyla ölçenlerin aksine işçi, sömürü mekanizmasının nasıl işlediğine hakim. Ancak kolektif mücadele için vazgeçilmez olan kaynaklardan yoksun: Sendikanın patronun elinde olduğu koşullarda, ortak hareket etme kabiliyetinin sınırlarını görüyor. Bu kaynaklar hem maddi hem de manevidir ve dayanışma şebekeleri vasıtasıyla sağlanır. İşyeri dışında komşuluk ve aile ilişkileri, okul, cami, spor takımları, kahveler, okey masaları kısaca gündelik hayattaki insan ilişkilerinin tümü bu dayanışma şebekelerinin altyapısını oluşturur. Sosyalist siyasetin nüfuz etmesi gereken alan işte budur.
İstanbul merkezindeki gösterilerde tespit ettiğim genel yönelim ise böyle bir siyasi müdahalenin henüz olmadığı, varsa da bu gösterilere etki etmediğidir. Gösterilerde taşeronlaşma, güvencesizlik ve iş cinayetlerine karşı sloganlar atılmakla beraber, öne çıkan ve en yüksek sesle bağrılan sloganlar Hükümet, AKP ve Erdoğan’a karşı sloganlardı. Eylemler Gezi’deki toplumsal muhalefet çizgisinin devamı niteliğindeydi. Ancak Gezi bir milatsa, Soma da bir başka milattır. Sosyalistler geçirdikleri bir yılın tecrübesi ve muhasebesiyle mücadeleyi yeni bir mecraya taşımalıdır. Gezi günlerinde Evrensel’de şöyle yazmıştım (Zayıf halka nerede? 14 Haziran 2013): “Hem neoliberal kent yönetimi, iş güvencesizliği ve doyumsuzluğu yaşayan orta sınıflar hem de çok çeşitli taleplerinin karşılanmamasından dolayı sokaklara çıkan kent yoksulları Gezi hareketlerinde mevcut. Ancak bu karışım henüz popülist bir ideoloji üretebilmiş değil. Bu ortamda gösterilere katılan geniş halk kitleleri ‘şerefine Tayyip’, ‘zıplamayan Tayyip’tir’, ‘Tayyip istifa’, ‘Hükümet istifa’ gibi doğrudan Hükümet ve Başbakanı hedefleyen sloganlarla öfkesini ifade ediyor. Bu öfke sokağa çıkan kitleleri birleştiriyor ve kararlılığını pekiştiriyor. Ancak gösterilerin ve göstericilerin selameti ve geleceği kendileri dışındaki halk kitlelerine yönelik bir siyasal iletişim kanalını açmalarına bağlı.” Soma’daki tepki bu iletişim kanalını açmıştır. Şimdi bu kanaldan verilmesi gereken mesaj taşeronlaşma, güvencesizlik ve örgütsüzlüğe karşı ortak mücadele edilebileceğidir. Bu siyasi hat Gezi’deki plaza çalışanları ve sair beyaz yakalının Soma’daki madenciyle ve kent yoksullarıyla ortak programıdır!
Sadece AKP ve Erdoğan’la sınırlı bir muhalefet ise şimdiden kendini köşeye sıkıştırmaya başlamıştır. Hükümet medyası bir yandan şirket sahipleri ve danışmanlar üzerinden toplumsal tepkinin hedefini şaşırtmakta, ana akım medya duygu sömürüsü eşliğinde restorasyon söylemini yaygınlaştırmaktadır. Halk TV’de lafı işçinin ağzına tıkıp, sınıf bilinci ve kapitalizmden söz edip sonra da birlik beraberlik mesajları veren Uğur Dündar tarzı yedekte beklemektedir. Yukarıda alıntı yaptığım yazıya geri dönelim: “… gösterileri destekleyen çeşitli çevreler başbakanı ‘diktatör’ olarak çerçeveleyen bir söyleme meylediyorlar. Bu söylem bir yandan gösteriye katılan kitlelerin polis saldırılarıyla perçinlenen öfkesini ifade ederken, diğer yandan AKP’nin uyguladığı söylemsel stratejiye uygun gelişiyor. Başka örneklerde olduğu gibi bu strateji toplumsal muhalefeti anti-AKP ve anti-Erdoğan pozisyonuna zorlayarak izole etmeye ve boğmaya çalışıyor. Seçim sandığına dayandırdığı ‘yüzde elli’ söylemiyle AKP muhalefeti tek bir noktada mücadele etmeye çağırıyor.” Oysa toplumsal muhalefet mücadele hattını daraltmamalı, aksine mevziyi genişletmeli ve yaymalı. Hükümete oluşan tepki elbette haklıdır, ancak Hükümetin çıkış ve işleyiş koşullarını mümkün kılan toplumsal düzen hedef alınmalıdır.
Taşeronlaşma ve güvencesizliğe karşı toplumsal bir dayanışmanın örülmesi, AKP’nin üzerine bina edildiği ve neoliberalizmin ürünü iki temel unsur olan yükselen burjuvazi ile güvencesiz kent yoksulu arasında onarılmaz bir çatlak meydana getirir. Bu durumda hükümetin tutarlı bir propaganda söylemi oluşturabilmesi, hakim söylemi maniple edebilmesi olanaksız hale gelir. Önümüzdeki dönemin siyasi tablosu bugünkü mücadelede şekillenecektir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa