Resmen katliam
9-12 Mart 1965 Emile Zola’nın ‘Gerçek’ romanındaki olaylar, üç çeyrek yüzyıl sonra Zonguldak Kozlu’da gerçek oldu. Zonguldak kömür havzasında yaşayan köylüler, aynen Rusya’daki toprak köleleri gibi madenlerde çalışmakla yükümlü idi. Ve cumhuriyet döneminde de maden bölgesi fiili sıkıyönetim altındaydı. Jandarma grevci işçilerin üzerine ateş açarak birçoğunu öldürmüş, olay resmen bir madenci ayaklanmasına yol açmıştı. Bugün bile, alacakaranlıkta tek başlarına arkadaşlarını gömmeye giden kasketli maden işçilerinin siyah beyaz silüet fotografları gözümün önünden gitmez. Bu olay bütün Türkiye’de insanların vicdanını derinden sarstı. Bir yerde bu olay, sosyalizme yığınsal yönelmede ve TİP’in o yılki seçimlerden başarı ile çıkarak parlamentoya girip bir grup kurmasında önemli etmenlerden biri oldu.
Ve şimdi Soma’da yaşanan ise yine bir katliam … Oy satın almak için, sözde bedava dağıtılan kömürün bedeli…
Reagancılık, Thachercilik ile başlayan, emeği amansızca sömürme mantığına dayanan neoliberalizmin doğal sonucu. Kamu sektörünü ‘özelleştirmenin’ bedeli, işte bu insanların canı, ailelerinin, dostlarının, nişanlılarının, sevgililerinin ise yıkımı. Umarım o kömürleri alıp oy verenlerin, kent yoksullarının vicdanı artık uyanır. Bedava sanılan aslında parayla ölçülmeyecek kadar pahalı.
400 can.
Aileleri, akrabaları ve dostlarını düşünecek olursak, aslında on bini aşkın insan doğrudan etkilendi bu kıyımdan. Ve bütün Türkiye ise bir deprem gibi sarsıldı ve Hrant Dink cinayetinde olduğu gibi bir vicdan patmasına neden oldu.
Ya basta! Yeter artık!
Yeter bu kibir, bu tafra, insan canı karşısındaki bu umursamazlık! Bu bir kaza değil, kaderle de bir ilgisi yok. Bu taammüden işlenmiş bir cinayet.
Bunun için mi, ÇHD Başkanı Selçuk Kozağaçlı linç edilircesine darp edilerek gözaltına alınıyor? Bunun için mi, ‘savunma makamının’ kolları arkadan kelepçeli, nerede görülmüş böyle bir rezalet.
Savunma hakkı ayaklar altında. Kurbanlar yargının umrunda değil. Kurbanların ve yakınlarının savunma hakkı yok sayılıyor. Çünkü korkuluyor. Oysa korkunun ecele faydası yok. Onun için yazmıyor mu, herkes ölümle yüzleşecek, er ya da geç! Herhalde birileri için bu sonun başlangıcı. Rahmetli Menderes’in son Kızılay’a çıkışını hatırlattı bana, son markete sığınma olayı. Her çıkışın bir inişi vardır. Rahmetli anlayamamıştı, şaşkındı kitlenin öfkesi karşısında. Yaptıklarını düşünüyordu, bunca hizmet, tek partiyi biz indirdik kasketlileri biz meydanlara topladık diye bir film şeridi gibi beyninden son on yıl. Ama bellek seçicidir. Yapmadıkları, yanlış yaptıkları ise hiçbir iz bırakmamıştı beyninde. Bir nehir almış onu götürüyordu, bir meçhule doğru. Öfkenin ateşi sadece, haksızlık, ‘nankörlük’ karşısında tutuşmaz; tatmin olmayan bir ego da dizginlerini koparır egonun.
Soma’daki görüntü, trajik, üzüntü veriyor bir yandan da insana. Ego yüzünden ne fırsatlar kaçırıldı diye. Out of control semptomları ha bire alarm işaretleri veriyor. Oysa ne sevimli ağabeydin sen, Kasımpaşalı. Ama kendine de, ülkeye de yazık ettin dizginlenemez egonla.
Hrant Dink cinayeti, bir kırılma noktası oldu militarizmle. Roboskî, Gezi Direnişi ve en son Soma trajedisi ile oluşturulmaya çalışılan sözde sivil, polis devleti kırılma noktası oldu daha şimdiden.
Önce paşalar gitti Divan’a. Sonra, adam haklı, ne cadı avı oldu ki Cemaate? Sadece görev yerleri değişti, pasif görevlere alındılar, kimi sayın hakimler, savcılar, emniyetçiler! Kürt siyasetçiler, gazeteciler gibi gözaltına mı alındılar, yıllarca cezaevinde mi tutulacaklar? Son demlerinde bile, Füsun Erdoğanlara, sosyalistlere, Kürt milletvekillerine acımasız cezalar yağdırdılar TMK’yi kullanarak, yasa değiştiği halde, insanları bir ay, iki ay fazladan yatırmayı marifet saydılar. Şimdi tek korkuları, TMK giyotininin, paşalar gibi kendilerinin de kellesini alması. Ne demeli, eğer korkuları gerçekleşir ise: ‘İlahi Adalet!’ derim ben buna.
Sürülmeyip yerinde kalanlar ise biat edip, nasıl olsa ‘misyonu’ aynı kafa ile devam ettiriyorlar, Soma’da savunmaya yapılan genel taarruz gibi. Sol düşmanlığında, emeğe karşı saygısızlıkta yok birbirimizden farkımız, ama biz Osmanlı bankasıyız hesabı.
Sonuç, Nazım’ın dediği gibi, “Güzel günler göreceğiz çocuklar.”
Çünkü: “Alametler belirdi!”
Evrensel'i Takip Et