HDP'ye katılım(lar) - 2/4
Fotoğraf: Envato
Geçen haftaki yazımızda dünya genelinde emperyalist ülkelerden başlayan kapitalizmin krizi ve sınıf mücadelesi için yarattığı olanaklar ile ek olarak Türkiye’de devletin krizini tanımlamıştık. Yazımızın ikinci bölümünde ise 2010 sonbaharından, 2011 sonbaharında kuruluşuna kadarki süreçle birlikte, HDK’yi ele alacağız. Doğal olarak, bütün saptamaların sınırlılığını gözlemler ve gözlemlerin yine aynı gözlemci tarafından yapılan değerlendirmelerinin oluşturduğu anımsatmasını da yaparak.
Öncelikle, AKP Hükümeti tarafından 12 Eylül 2010 tarihinde gerçekleştirilen Anayasa referandumunun hazırlık sürecinde, Başbakan ve partisinin; 12 Eylül Anayasası’nı değiştireceği, ülkeyi demokratikleştireceği safsatasını kullanarak, “Evet oyu kullanmayanlar darbecidir” etiketlemesiyle toplumu ikiye bölme girişiminin etkili olduğunu anımsayalım. Referandumun ardından açık olarak; tek din, tek mezhep, tek halk, tek sendika, tek parti, tek üniversite, tek konut vb. başta olmak üzere üst yapı kurumlarının tümünde tekçiliği, TEKçi bir yaşamı fiilen dayatmaya başladılar. Karşı çıkanlar ve ikna olmayanlar ise dışlandılar, ötekileştirildiler, mağdur edildiler ya da mağduriyetleri daha da artırıldı. Başbakanın ve partisinin sözünü ettiğimiz mutlak hegemonyasının belirleyiciliğinde gerçekleştirilen 2011 genel seçimlerine gidilirken, Kürt siyasi hareketinin önerisiyle Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloku (EDÖB) kuruldu. Akıl almaz baskı ve engellemelere rağmen, EDÖB seçimlerden zaferle çıktı. Dışlananların, ötekileştirilenlerin önemli bir bölümüne moral oldu, heyecan verdi. Hem dünya ve Türkiye deneyimleri ile durum tespitinde ulaşılan sonuçlar hem de ülkenin nesnel koşulları EDÖB’nin kongre tarzı bir örgütlenmeyle devamından yana tutum alınmasının gerekliliğini ortaya çıkardı. Bileşenlerin ortak iradesi kamuoyunda da karşılık bulunca, çok da zaman geçirmeden HDK kuruldu. Kuruluş kongresinin yarattığı atmosferi anımsayalım. Yalnızca içinde yer alan yapılar ile onların üyelerine değil, birçoğu öznel nedenlerle dışında kalmayı tercih etmiş yapıların üyelerine de sol, sosyalist hareketlerin daha uzağında durup, siyaseti takip edenlere de bir biçimde duyup fark eden emekçiye, işçiye, köylüye, kadına, gence, LGBTİ’ye, mağdura, dışlanmışa, akademisyene, sanatçıya ve aydına heyecan taşıdı. Barış, eşitlik, özgürlük isteyen hemen herkeste evet, “Erdoğan’a da AKP’ye de bu Hükümete de mahkûm değiliz, alternatifi var” umudunu filizlendirdi. Ortaya çıkan gelecek umudunun doğal olarak somut bir kaynağı da birkaç ay öncesindeki genel seçimlerde EDÖB’nin kazandığı milletvekili sayısı ve bu vekillerin farklı siyasal aidiyetleriydi.
HDK’nin ilk yılı kazanılan bu ivmeyle birlikte, katılan yapıların temsilcilerinin birbirlerini daha yakından tanıma ve paylaşımıyla, birlikte devamlılığı olan, sistematik ve programlı iş yapabilmeyi öğrenme gibi önemli içsel kazanımlar, biriktirmelerle yaşandı. Birinci yılın sonunda her ne kadar eski ve olumsuz alışkanlıkların tümünden arınılamamış olunsa da yeni ve olumlularının kazanıldığına, geliştirildiğine bizzat tanıklık ettik. Bu zaman diliminde, kamuoyunda HDK’ye ilginin yanı sıra, yapı olarak ya/ya da bağımsız unsurların katılımında da artış oldu.
Sonraki Kongre, gözlemci yapıların zengin katılımıyla gerçekleştirildi. Bununla birlikte, yapı büyüdükçe, örgütlenme faaliyeti yaygınlaştıkça başlangıçtaki görece daha kolay çözülen sorunlar yerini ertelenen sorunlara bıraktı. Yereldeki örgütlenmeler merkezdeki birlikteliği yansıtamadı. Daha çok o ilde (özellikle de taşradaki) hangi yapının örgütlülüğü öne çıkıyorsa o yapının önceliği hemen her şeye damgasını vurdu. Bu arada mayıs 2013’te yaşanan Gezi Direnişi’nin ve devamında gelişen Haziran İsyanı’nın tam da kongre yapılanması hedefleri ve içeriğiyle neredeyse birebir örtüşüyor olmasına karşın, öngörülememesi dikkate değer bir olgu olarak orta yere doğmuş oldu. Öngörü eksikliği ve başlangıçta yaşanan çok kısa süreli duraksama önemli bir sorun yaratmadan kısa zamanda aşıldı. Ancak arkasından, yapıların sürece ayrı ayrı mı yoksa birlikte HDK kimliğiyle mi katılması gerektiği soruları gündeme geldi. Soruların-sorunların bir kısmı yapıcı ve tarihsel sürece ışık tutacak biçimde yanıtlanırken, bir kısmının ertelenmesi-dondurulması gerekti. Örneğin mitinglere nitelikli ortak katılımı sağlayabilecek akıllara ve gönüllere iyi gelebilecek, “Oh be, işte bu” dedirtecek, ortaklaştırılabilen bir yol halâ bulunamadı. Bunun nedenini tutum farklılığıyla açıklamak, “sorunun” kaynağının görünür kılınması ve çözümü için yetersiz kalacaktır. Oysa, her iki aşama da gerçekleştirilebilirse yöntemsel olarak önemli bir yol kat edilmiş olacaktır.
- Mola 01 Temmuz 2014 00:34
- Yörsan, Tekel, Yatağan, Sütaş: Alt kimlikler ve üst kimlik 24 Haziran 2014 00:07
- AKP hükümetleri Doğu-Batı farkını artırdı 17 Haziran 2014 00:11
- TÜİK'ten mektup ve Soma cinayetleri 10 Haziran 2014 07:08
- HDP'ye katılım(lar) - 4/4 03 Haziran 2014 00:09
- HDP'ye katılım(lar) - 3/4 27 Mayıs 2014 00:11
- HDP'ye katılım(lar) - 1 13 Mayıs 2014 00:09
- 2 Mayıs, vesayet ve despotizm 06 Mayıs 2014 00:09
- Türkiye’de doğumlar TÜİK’in rakamları 29 Nisan 2014 00:00
- Sosyalistler cumhurbaşkanlığı seçiminde nasıl tutum alacak? 22 Nisan 2014 00:35
- Siyaseti nereden kuralım? 15 Nisan 2014 00:11
- Devlet, seçimler ve Ceylanpınar 08 Nisan 2014 00:08