Vahşi kapitalizm ve Soma madenci katliamı
Vahşi kapitalizmin kâr hırsı uğruna güvencesiz ve sağlıksız koşullarda çalışmaya mahkum edilen Soma’daki madencilerin göz göre göre gelen bir facia sonucu katledilmesi karşısında tüm emekçilerin üzüntüsünü paylaştığımı ve baş sağlığı dilediğimi ifade ediyorum öncelikle. Bu büyük acıyı ortaklaştırmaya çalışanlara yönelik sözlü ve fiili saldırıları da kınıyorum. Adalet duygumuz zaten büyük yara almıştı, büyük bilimsel ve teknolojik gelişmelerin yaşandığı çağımızda çok sayıda madencinin iş cinayetinde öldürülmesi kalkınmada da sınıfta kaldığımızın acı bir itirafı ve göstergesi oldu.
Vahşi kapitalizm basitçe şöyle tanımlanabilir: “1. Hayat unsurunu hiçe sayan kapitalizme, muhalifleri tarafından takılmış isim. 2. Türkiye, Rusya gibi gelir dağılımının dengesiz olduğu ülkelerde uygulanan kapitalizm türüdür. Maaşlar düşük, vergiler yüksek, mesai saati çoktur.” (Uludağ Sözlük) Emekçilerin her anlamda sömürülmesi sonucu devasa kârın sağlandığı Türkiye’de önceleri “imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış kitle” kavramıyla gözlerden kaçırılan vahşi kapitalizm şimdi “benim milletim” kalkanıyla perdelenmektedir. Tek parti döneminden bugüne gezegenimizde çok şey değişti. Soma faciası bir kez daha gösterdi ki egemen zihniyetin emekçilere ve ötekilere karşı tavrı hâlâ değişmemiştir.
Bir zamanların meşhur 141-142. maddeleri kapsamında gözaltına alındığımda evden bazı kitaplara el konulmuştu. Bu kitaplardan biri, Harun Karadeniz’in “İşçiler Neden ve Nasıl Sömürülür? Artı-değer Nedir?” idi. Askeri savcının ilk sorusu, “işçilerin sömürülmesinden sana ne” olmuştu. Ne yazık ki egemenler ülkeyi dikensiz gül bahçesine çevirmek için her yolu denediler. En yıkıcı durum 12 Eylül 1980 Askeri faşist darbesi oldu. Bu darbe sendikalar, meslek örgütleri, dernekler ve siyasi partileri kapatmış, mal varlıklarına el koymuş, üye ve yöneticilerini “savaş hali” çerçevesinde “yargılamış” ve sonuçta insanlık adına iyi ne varsa yerle bir etmişti. Aslında Soma’daki facia da bu darbeyle ilintilidir.
Bu darbe örgüt ve örgütlenme kelimelerini kullanmayı bile yasa dışı ilan etmişti. Sendikalardan ve sınıf savaşından öylesine korkuluyordu yani! Sendikaların içi boşaltılarak aşama aşama bugüne gelindi. Şimdi, devlet tipi sendikalar ve sendikacılık dayatılmaktadır. İktidar her iş yerinde kendine yandaş olacak sendikaları bizzat kurdurmakta ve ne gariptir ki emekçileri bu sendikalara üye olmaya zorlamaktadır. Muhalif sendikalara üye olanları işsizlik ve açlık beklemektedir. Sadece iş yerlerinde değil üniversitelerde de benzer dayatmalar söz konusudur. Bu sebeple üniversite kavramı da tartışmalı hale gelmiş durumdadır. Atamalarda, göreve yükseltmelerde, fazla mesaide, sınav görevlendirmesinde, akademik kadro ilanlarında yandaş sendika üyelerine her kolaylık gösterilirken muhalif sendika üyelerine dünya dar edilmekte ve özlük hakları kabaca çiğnenmektedir.
Resmi rakamlara göre 301 emekçi katledilmiştir. Oysa gerçekte daha fazla emekçi katledilmiş durumdadır. Soma’da adeta bir OHAL hüküm sürmektedir. Çarpıtılmış haberler, yalanlar, iftiralar, orantısız güç kullanımı, işten çıkarma tehditleri, muhaliflere yönelik saldırılar ne yazık ki insanlıktan ne kadar uzakta olduğumuzu sergilemektedir. Tutuklamalar vardır ama Soma Holdinge ihale veren TKİ ve bağlı olduğu bakanlıkla ilgili bir işlem yapılmamıştır. Bilgi kirliliği had safhada olup hem hükümet/devlet ve hem de T. Maden-İş Sendikası yöneticileri sermaye sahiplerini korumakta ve kollamaktadır. Tam anlamıyla vahşi kapitalizm kol gezmektedir kısacası!
İnsanları öldürmeyi değil yaşatmayı ilke edinen, her anlamda eşitlikçi, iş sağlığı ve güvenliğini gözeten, “Roboskî’den Soma’ya hesap verebilen”, sadece kâr hırsı değil toplumun yaşam kalitesini yükseltmeyi amaç edinen, para ve güç uğruna inanç ve emek sömürüsünü had safhaya çıkarmayı suç sayan ve cezalandıran, yandaş/içi boşaltılmış emek ve meslek örgütleri yerine demokratik kurallarla işleyen örgütlere savaş açmayan, kendi vatandaşını iç düşman saymayan, kaderci değil ama akılcı/bilimsel davranan, “barış ve çözüm sürecini” her türlü hukuksuzluğa örtü yapmayan, farklılıkları zenginlik sayan, müzakereyle sorun çözen bir toplum geleneği oluşturmak zorundayız. Sorunlarımızı ve acılarımızı ortaklaştırdıkça bu zor, acılı ve uzun yolu kısaltabileceğimiz açıktır. Önce insan!
Evrensel'i Takip Et