Erdoğan'ın vizyonu
Fotoğraf: Envato
Erdoğan’ın başdanışmanı Soma’da yaşanan işçi katliamının ertesinde “vahşi kapitalizm” Erdoğan’ı sevmiyor diye buyurmuş. Açıkçası işin o tarafını bilemeyeceğim ama Erdoğan pek boş gözükmüyor.
Erdoğan’ın her aileye üç çocuk parolasıyla ortaya atıldığı günleri hatırlayalım. Katıldığı Yaşlılık Konseyi toplantısında nasıl temellendirmişti bu ısrarını? “Nüfusumuz ne kadar artarsa o kadar güçlü olacağız”. Hedef olarak gösterdiği ülkeler ucuz emeğe dayalı yüksek büyüme hızına kavuşan Çin ve Hindistan idi.
Dahası, hedef olarak gösterdiği ülkelerdeki ortalama yaşam koşullarının Türkiye’den daha iyi olmadığını hatta pek çok açıdan daha kötü olduğunu vurgulamıştı. O konuşmayı hatırlayanlar için eminim Viktorya dönemi İngiltere’si ile yapılan karşılaştırmalar çok sürpriz olmamıştır.
Yedek iş gücü ordusunu büyüterek, emeğin örgütlenmesini baskılayarak, kazanılmış hakları tırpanlayarak, güvencesizleştirerek sanayinin rekabet gücünü arttırmak. Erdoğan’ın vizyonu dün ne ise bugün de odur. En ufak bir sapma yok. Erdoğan’ın o dönemde vurguladığı gibi “360 dereceden dünyaya baktığımızda” kolaylıkla görürüz ki, bu vizyon geniş toplum kesimlerine daha yüksek bir yaşam standardı vadetmiyor. Aksine varlığını, sürekliliğini yoksulluğun kalıcılığına dayandırıyor.
İşçilerin düşük ücretle, can güvenliğinden yoksun çalıştırıldığı, yeri geldiğinde köle gibi zorla parti mitinglerine taşındığı Soma Maden İşletmesi işte bu vizyonu en iyi şekilde temsil ediyor. Bu katliam gerçekleşmese denetimlerden yıldızlı pekiyiler alacak, medyada özel “sektörün çalışma tarzı”nı öve öve bitiremeyen başarı hikayesi olarak yer bulacaktı.
Elbette madencinin yaşamı pek çok sektörle karşılaştırılmayacak kadar büyük zorluklar içeriyor ve Türkiye gibi bir ülkede her an ölüm riskiyle baş başa çalışmak anlamına geliyor. Ama insan şu soruyu sormadan da edemiyor, ülke genelinde işçi sınıfının yaşamı çok mu farklı? Borç yükü altında ezilen, her türlü sömürüye, denetimsizliğe ve insan yaşamını doğrudan tehdit eden çalışma koşullarına karşın işbaşı yapmaktan başka çıkar yol bulamayan, patron, hükümet, sendika üçgeninde yalnızlaşan, sesi çıkmayan, çıksa da can vermeden sesi duyulmayan işçiler sadece madenlerde mi?
Pek çoğu sonunda ölüm olduğunu bilmesine rağmen kot kumlama atölyelerinde çalışan ve Silikozis hastalığına yakalanan işçilerin durumu çok mu farklıydı? Ya da ölüm haberlerinin sıklığı nedeniyle artık yadırganmamaya başladığı Tuzla tersanelerindeki işçilerin? Ölümlü iş kazalarında Avrupa birincisi, dünya üçüncüsüyüz ama bu derecemiz kamuoyu nezdinde judoda alınan altın madalyadan daha fazla tartışma değeri taşımıyorsa bu mevcut durumu ne denli kanıksadığımızın en önemli göstergesidir.
Eğer işçi ölümlerini kader olmaktan çıkaracaksak patronun çıkarcılığı, ahlaksızlığına dayalı açıklamaların ötesine geçmekten başka çaremiz yok. Özelleştirmeyi, taşeronlaştırmayı, dolayısıyla da uzunca bir zamandır bize tek çıkış yolu olarak dayatılan Neoliberal ezberi masaya yatırmanın zamanıdır. Ve elbette sendikaları. Zira işletmelerin halkla ilişkiler ofisi gibi çalışan sendikalara işçilerin hiç mi hiç ihtiyacı yok.
- Kurtarıcı mı, yoksa yeni günah keçisi mi? 09 Haziran 2023 04:18
- Seçim senaryoları ve ekonomiye dönük beklentiler 12 Mayıs 2023 04:19
- Kurda istikrar illüzyonu 28 Nisan 2023 04:21
- SVB krizinin arka planı ve düşündürdükleri 17 Mart 2023 04:52
- Para politikasındaki ayrışma belirginleşiyor 24 Eylül 2022 04:50
- Şimdi solun tam zamanı 12 Ağustos 2022 04:26
- Enflasyon gelir dağılımını bozuyor 08 Temmuz 2022 04:47
- Merkez Bankası şaşırtmadı 27 Mayıs 2022 01:12
- Kehanet çöktüğünde 22 Nisan 2022 00:37
- Enflasyon doludizgin 08 Nisan 2022 00:40
- Faiz politikasının bilançosu 10 Mart 2022 23:31
- Enflasyon geriler mi? 10 Şubat 2022 23:18