24 Mayıs 2014 00:23

Bir nefes...

Bir nefes...

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar, her gün aynı yoldan yürüyenler, yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler, giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler, tanımadıklarıyla konuşmayanlar.”
Evet, alışkanlığın kölesi olmak; böyle anlatmış Pablo Neruda “ağır ölüm”ü... “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” dedikten sonra üstelik. Yine herkesin “eskisi gibi” yaptığı günler geçirmedik mi?
“Ağır ağır ölür tutkudan ve duygulanımdan kaçanlar, beyaz üzerinde siyahı tercih edenler, gözleri ışıldatan ve esnemeyi gülümseyişe çeviren ve yanlışlıklarla duygulanımların karşısında onarılmış yüreği küt küt attıran bir demet duygu yerine “i” harflerinin üzerine nokta koymayı yeğleyenler.”
Evet ya; duygular... İnsanız ya; sevinç gibi, umut gibi; bir demet duygu... “Nefret” ve “öfke”nin esiri edildi bu halk, nicedir... Nereye kadar?
“Ağır ağır ölür işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da bu durumu tersine çevirmeyenler, bir düşü gerçekleştirmek adına kesinlik yerine belirsizliğe kalkışmayanlar, hayatlarında bir kez bile mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler.”
Bir düş... Özgür olabilme düşüydü önce; şimdi belki sadece “hayatta kalabilme” düşü... Öyle ağır, öyle sert ki günler. Bir vakitler atılmaktan korkulan “belirsizlik”; şimdi gelmiş hayatın orta yerine kurulmuş. Kaçmak ne mümkün!
“Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar, müzik dinlemeyenler, gönlünde incelik barındırmayanlar. Ağır ağır ölür öz saygılarını ağır ağır yok edenler, kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler, ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar, daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler, bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar, bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar.”
Sahi sanat; o her şeyi değiştiren... Değişeni anlatan. Yinelemeyen, yenileyen... Çekip aldılar mı hayatımızdan? Yakınma, mızmızlık, yorgunluk, karamsarlık geldi karanlık gibi çöktü mü üstümüze? Soru sormayı mı unuttuk; yanıt vermeyi mi?
“Deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden, anımsayalım her zaman: Yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir.”
Küçük küçük mü öldürüyorlar bizi... Üçer beşer, ama küçük küçük... Toplu kıyımlarda, ama yine küçük küçük. Ölüyoruz işte; her gün, her yerde. Sokakta, madende, evde, okulda... Her yerde...
Ne güzel demiş şair; “Yaşıyor olmak nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir”. İyi de; nefessiz kalıp öldü 301’imiz, madenin dibinde... Nefessiz kalıp öldük; sokakta gaz çökünce üstümüze... Nefessiz kaldık; kurşunlanınca gençler...
Bir nefes...
“Ağır ağır”, “küçük dozlarda” ölmemek için bir nefes... Bilmem kaç kanaldan birden evlerimizin orta yerine akan nefrete rağmen, bir nefes! “Ölmüştür geçmiştir” diyen o sese rağmen... Yeni ölümleri çağıran tüm o seslere rağmen...
Alevi-Bektaşi inancı “nefes” der ilahisine... Ne güzel  bir anlam; ne güzel bir mesaj...
Nesimi gibi mesela: “Nesimi’yem vay başıma / kanlar karıştı yaşıma / yağın gerekmez aşıma / yeter zehirin katmasın...”. Ya da “Şah” deme denen Pir Sultan; “Pir Sultan Abdal’ım dünya durulmaz / gitti giden ömür geri durulmaz / gözlerim de şah yolundan ayrılmaz / ben de bu yayladan Şah’a giderim”...
Ha Neruda, ha Hatayi, ha Pir Sultan...
Bir “nefes” işte hepsi...
Bir “nefes”teyiz hepimiz.
Bir “nefes” istiyoruz, yaşayabilsin diye çocuklarımız...
Gayrısını Nâzım usta söylesin;
“...çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına:
-çürüyen diş, dökülen et –
bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler”.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa