26 Mayıs 2014 06:55

Sınıfın kapısı

Sınıfın kapısı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Soma’daki işçi katliamının ardından bir kez daha tüm çıplaklığıyla ortaya serilen “sınıf gerçekleri” kimisinin başını döndürdü. Televizyon ekranları, işçiler konuştukça “hayret yani” diyen, “inanılmaz” diye nida eden yorumcuların şaşkınlıklarıyla dolup taştı. Kimisi memleketin anlı şanlı iktisatçıları, kimisi memleketin en büyük işçi sendikaları konfederasyonunun başkanı… “Demokratikleşme mücadelesinin yılmaz savunucuları” diye anılanlar, yeni Türkiye’nin mimarı olarak öne sürdükleri AKP’nin demokrasisinin işçiye ne vaat ettiği ortaya çıkınca bir durdular. Sonra hani nerdeyse bu katliamı bile paralele bağlayacak sözler ettiler. İnandırıcılık sıfır.  
Oysa varsa yoksa “vesayetçi demokrasiydi”, sivilleşmeydi… Bu “vesayetçi demokrasi” sözü, AKP’nin toplumsal meşruiyet kazanmasında önemli rol oynamakla kalmadı, devleti sınıfsal çelişkilerden soyutlanabilen, siyaset dışına itilebilen bir özne olarak algılattı. Her muhalif fikir “vesayetçiliğin parçası olmakla” itham edildi. AKP’nin “hizmet devleti” diye yutturmaya çalıştığı şeyin, neoliberalizme tam entegre bir dönüşümü, dolayısıyla işçi sınıfının haklarının kırıntısını bırakmayacak bir dönüşümü getirdiğini tartışmaya bile olanak bırakmayan bir zemine oturtuldu her şey.  Türkiye’de AKP ile yaşanan değişimi “toplumu baskı altında tutan laik/seçkinci tabakanın demokratik yollardan tasfiye mücadelesi” olarak gösterdiler. Türkiye’nin yaşadığı süreci topluma kendi tercihlerini dayatan ceberut devletin belirlediğini, o ceberut devlet geleneğinden kurtulmak için AKP’nin attığı adımlara güvenmemiz gerektiğini söyleyip durdular. AKP’nin toplumsal meşruiyetini sağlamlaştırmakta önemli rol üstlenen bu söylem, kimlik temelli haklar söylemiyle birleşince AKP’nin “otoriter devlet anlayışına karşı mücadelenin temsilcisi” ilan edilmesini getirdi. Bu süreçte kimi “aydınlar” siyasetin “normalleşmesi” sürecinde kritik görevler alarak AKP’nin her attığı adıma meşruiyet kazandırma işlevi gördüler.
Her yerde “elveda sınıf” diyenlerin yaptığının aslında tam da bir sınıf mücadelesi olduğunu görmezden gelmemiz istendi.
2005’te Türkiye Sınıf Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği 1. Sınıf Araştırmaları Sempozyumu’nda Akademisyen Tülin Öngen çok etkileyici bir açılış konuşması yapmıştı.  Sınıf düşüncesine dönük ideolojik ve entelektüel saldırının her zaman sınıflar mücadelesinin en etkili araçlarından biri olduğunu söylemişti. “Sınıfa saldırı, onu bilimsel düşüncenin analitik birimlerinden biri olmaktan çıkarmak için değil, aynı zamanda kuramla sınıf arasındaki bağı koparmak için yapılır. Çünkü ancak bu yolla sınıf öznesinin tarihten kovulması, devrim düşüncesinin insanlığın toplumsal belleğinden silinmesi mümkün olacaktır” demişti.
Nihayetinde sınıfın kapısı bir kez daha açıldı. İktidarın ideolojik payandasının işlevsizleştiğinin bir sembolüydü Gezi direnişi. Soma katliamı ise bu payandayı güçlü kılan “sınıf temelli siyasetin bertaraf edilmesinin” mümkün olmadığını, olamayacağını gösterdi.
Simten Coşar ve Gamze Yücesan- Özdemir’in derlediği İktidarın Şiddeti- AKP’li Yıllar, Neoliberalizm ve İslamcı Politikalar başlıklı kitabında Galip Yalman’ın yazdığı makale, bu payanda görevini üstlenenlerin neyin üstünü örttüğü çok güzel bir biçimde anlatıyor. Kitap,  sabah özgürlükten bahsederken, akşama insanların kazanılmış haklarına el koyabilen siyaset tarzını devlet, hukuk, uluslararası ilişkiler, sivil toplum, yurttaşlık, sosyal politikalar ve cinsiyet açısından ele alan çok ufuk açıcı makalelerden oluşuyor. “Sınıf”la bakmanın karmaşık bir sürü ikilemi nasıl anlaşılır hale getirdiğini gösteriyor. Sınıfın sıralarında okunacak güzel bir kitap.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa