Türkiye\'nin ölümlerle dansı
1908 İkinci Meşrutiyeti heyecan uyandırmıştı Osmanlı halklarında. Sultanın baskısı ve basına sansür kalkmış, görece bir özgürlük havası ülkeyi sarmıştı. Basın patlaması yaşanıyor, yeni gazete ve dergiler yayınlanıyor, yazarlar eleştiri haklarını serbestçe kullanıyor, sarayı bile eleştirmekten geri durmuyorlardı. Osmanlının zor günleriydi. Tam bu sıralarda muhalif gazetecilerden Hasan Fehmi, Galata Köprüsü üzerinde silahlı bir kişi tarafından öldürüldü. Bunu izleyen gazeteci cinayetleri cumhuriyetin kurulmasından sonra da devam etti. Gazeteciler yazdıkça, aydınlar konuştukça, fikirlerini yazıya döktükçe katliamların kurbanı oldular. Kardeş kavgasını önleme bahanesiyle sivil yönetimlere el koymayı alışkanlık haline getiren darbeci askerlerin de gündeminde kalemlerine sahip çıkan cesur gazeteci ve yazarlara uygulanacak yaptırımlar ön sıradaydı. Sıkıyönetim dönemlerinde gazetelere sansür getirilirken, gazeteciler ve yazarlar bir yandan faili meçhul denilen olaylarda can verirken, sağ kalanlar da mahkeme kapılarında, zindanlarda çile dolduruyorlardı. Yıl 2014 handiyse 21.yüzyılın ilk çeyreğine yaklaşıyoruz. Ülkedeki iktidar yine her kötü gidişin hesabını gazeteciden soruyor. Gazeteciler iktidarların günah keçisi olmaktan yine kurtulamıyor. İktidar işaret ediyor, patron; gazeteciyi, yazarı işten atıyor. Toplumsal olaylarda polisin hedefi oluyor, dövülüyor, hırpalanıyor gazeteciler. Sansür daha önemlisi oto sansür yeniden hortluyor ülkede. Halkların bilgilenme, gerçekleri öğrenme ve haber alma kanalları tıkanıyor. Ne RoboskÎ, Ne Reyhanlı ne Gezi olayları ne de Soma katliamı halkla paylaşılmıyor. Tersine yasaklarla, tehditlerle haberlerin şeffaflığı örtülüyor. Devlet sırlarını sızdıranlar değil gazeteciler yargılanıyor.
Geçmişe bir başka açıdan bakalım.1950’lerden.Tek parti yönetiminden kurtulmuş ülke. Demokrasiye adım atılıyor. Ama o ne? Mc Carthyicilik Türkiye’ye sıçramıştır. Solcular, sendikacılar yine polis takibinde. Dönemin Başbakanı Menderes kendisine yakın gazetecilerden bir lobi oluşturuyor. Basın emekçilerini dışlıyor. Basın sendikasını kapatmaya kalkışıyor. Tahkikat komisyonları kuruluyor. Ardından da vatan cepheleri… Muhalif gazeteciler için yine yargı yolu açılıyor. Öte yandan örtülü ödenek marifetiyle beslenen yeni bir gazeteci türü çıkıyor ortaya. Devletten aldığı kağıdı karaborsada satan gazeteci taifesi türüyor. 6-7 Eylül kıyımları devletin gizil güçlerince bu dönemde tezgahlanıyor. Halklar arasında kutuplaşma da giderek artıyor. Sonra on yılda bire bağlanan darbeler ya da darbe girişimleri dönemi giriyor devreye. Ne gariptir ki bunca geliş gidiş arasında yeniklerde değişmeyen tek şey işçi sınıfının durumu ve emek insanlarının çilesidir. Çünkü askeri ve sivili ile gelen her iktidar sermaye odaklıdır. Asla insan odaklı olmamıştır. Her iktidarın düşmanı bellidir. Komünistler, dış mihraklar, aldatılmış gençler, vatan haini yazar ve gazeteciler… Tuhaf ama bu tablo günümüzde de devletin ve de iktidarın en önemli argümanı.Yargılı yargısız infazlarda o kadar çok genç öldürdüler ki, sayısına ulaşmak mümkün değil... Şimdi de gençlerin ve çocukların katliamı devam ediyor. Başbakanın “Nasıl sabrediyorlar, şaşıyorum” dediği polislerin yurttaşları vururken, yaralarken eli titremiyor artık. Gazeteciler bölünmüş, yurttaşlar bölünmüş, adalet yerini bulmuyor. Çünkü hukukun üstünlüğü ortadan kalkmış, Çünkü adaleti uygulayacak hakimlerin, savcıların güvenceleri yok. Üniversite rektörlerinin çoğu iktidarın hışmından korktuklarından bilim yerine laklakiyatla, popüler kültüre sığınarak dolduruyorlar mesailerini. İktidarın hışmından kurtulmanın yolunu böyle buluyorlar. Dün olduğu gibi bugün de gençler potansiyel suçlu. İktidara yakın olmayan sendikalar suçlu, Ülkenin giderek büyüyen dış sorunları yerine kendi iç sorunları ile becelleşen bir parlamentomuz var. İktidarın yanlışları üzerine gitme yerine kendi iç kavgaları ile toplumu meşgul eden, yeni bir program yeni bir söylem geliştirmeyen bir muhalefetimiz var. Halklarla konuşma dilini, halklarla buluşma becerisini üretemeyen, temel ideolojilerinden sürekli sapmalar gösteren siyasi partilerin iktidara gelebilmeyi nasıl düşündüklerini anlamıyorum. Muhalefeti bile sokaktaki gençlere, sivil inisiyatiflere bırakıyorlar.
Şu sıralar Altan Öymen’in “Öfkeli Yıllar” kitabını okuyorum. (Doğan Kitap-2009) Bir bölümünü aktif olarak da yaşadığım o dönemi içim burkularak yeniden anımsadım. Asıl gençlerin, genç gazetecilerin, emek insanlarının okuması gerekir kanımca 50’li yılları. O yıllara tanıklık eden en yetkili ağızdan üstelik. Okuyun ki televizyonda sizlere anlatılan masallara benzeyip benzemediğini görün. Okuyun ki o dönemin günümüz iktidarı ile ne denli örtüştüğünün ayırtına varın. Toplum belleğimiz zayıftır oldum olası. Geçmişten ders çıkaramaz, yaşanan acıları, zulümleri unutur, sonra yeniden yeniden. Ama siz gençler okuyun, geçmişte yaşananları öğrenin ve ders çıkarın. Çünkü artık sizler de Gezi’yle tarihe not düşmeye başladınız. Sizinle övünme payını büyük acılar çekmiş kuşaklara çok görmeyin. Siz umutsunuz. Bağımsız, özgür Türkiye’nin umudu…
Evrensel'i Takip Et