28 Mayıs 2014 00:02

Agora'nın sesleri

Agora\'nın sesleri

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Eski Yunan filozofları rahat düşünebilmek için Agora’nın seslerinin susturulması gerektiğine inanıyorlardı. Çünkü çarşıdan tefekkür odasına gelen gelişigüzel, düzensiz uğultunun, hesapsız bağırış çağırışların toplum hakkında soyutlama yapmaya çalışan düşünürün dikkatini dağıtacağını sanıyorlardı. Aslında eski Yunan filozofları Agora’nın dışında değillerdi ve oradan besleniyorlardı. Onların “Agora’nın sesini sustur” buyruğu bu bakımdan, Agora’dan gelen kakafoniyi düzene sokabilmek için ihtiyaç duydukları sessizliğin mecazıydı. O sesi düşünürün düzene sokacağından emindiler.
Bu bakımdan örneğin Aristo’nun Agoranın sesleriyle ilgili düşüncesi bir zamanlar “Asker kışlasına çekildi, yargı normalleşti, bir tek sokak kaldı. Bir tek sokak hareketiyle bu hükümete bir şey yapabilir miyiz hesabındalar” diyen Burhan Kuzu’nunkiyle hiçbir zaman aynılaşamaz. Çünkü ikincisi Agora’nın sesini ebediyen kesmeye diğeri ise o sesi anlamaya çalışanların soyundan gelir. Kimileri içinse kapılar pencereler kapatıldıktan sonra iyice duyulmaz olan Agora’nın sesi, yerine rahatlıkla halüsinasyon ürünü seslerin kaydedileceği, bir spekülasyondan diğerine rahat uçuşlar yapılabilecek bir fildişi kulesinin etrafını çevreleyen ayak takımının sesidir. Böyle kanaat önderleri, düşünürler, sosyal bilimciler çok vardır alemde, sayıları hiç de azımsanmayacak kadardır.
Fakat Agora konuşur. Roboskî der, Soma der, kadınlar, gençler, çocuklar, şiddet, hükümet istifa der, hesap soralım der, kahrolsun der, rüşvet, yolsuzluk der; biber gazına, kimyasal suya, “yasal mermi”ye direnir. Agora’dan o kadar çok ses çıkar, uğultu o kadar yükselir ki fil dişi kulelerinden üretilen ahkam bütün kurumunu yitirmekle kalmaz; Agoranın gelişigüzel seslerinde gizli asıl büyük sözü yakalamayı iş edinen fikir işçisinin de kafası karışır.
Bugün bu büyük ses şiddetli bir sınıf mücadelesinden çıkan sestir. Toplumun her kesiminden ayrı ayrı çıkan sesin, her kesimin ayrı ayrı huzursuzluğunun ve tepkisinin bastırılmasını kendi geleceğinin garantisi olarak gören bir hükümetin başlattığı harekata kendi kavlince itiraz eden; yürüyen, bazen yas tutan, bazen öfkeyle dikilen, inatla direnen insanların sesi. Bu tepkiler yer yer birleşme eğilimi gösterse de görünen o ki, birleşip birleşip dağılan ve ancak canı yandığında bir araya gelen insanların sesi, Agora’dan bir uğultusu olarak yansımaya devam ediyor. Böyle olduğu sürece Agora egemenleri korkutur evet, ama fil dişi kulelerinden üretilen spekülasyonun sonu bir türlü gelmez, kafalar karışmaya devam eder.
Basitçe, Hükümete karşı bir büyük ve ortak ses olabilmek için muhalefetin birleşmesi gerektiğinden söz etmiyoruz burada. Muhalefetten anlaşılan genellikle en ağır hareket eden, elleri kolları düzenin binbir numarasıyla bağlanmış, tevekküle esir edilmiş yoksulların, ezilenlerin pek hesaba katılmadığı hareketli bir kesim çünkü. Bu yetmez ve diğerlerinden daha önce aydınlanmışların eylemi, hep beraber cendereden kurtulmayı sağlamaz. Tersi de doğrudur bu kitle harekete geçmeden “herkes”in kurtuluşu da ötelenir. Ama biliyoruz vekaleten, kendisini ezilenlerin delegesi olarak atayanlar da yok değil. Belki bu daha kolay olduğu içindir. Ama vekaleten kurtuluş da mümkün değildir.
O halde Agora’daki sese katılmaya çalışan fakat, güya muhalif ama spekülatif siyaset veya sosyal bilimler onu çoktan bir 19. yüzyıl fenomeni, arkaik bir kategori olarak ilan ettiğinden ve yok saymaya başladığından; egemen sınıflar da 19. yüzyıldaki “vahşi”  aslına geri döndüğünden bu yana iyice yalnızlaşan ve sesi işitilmeyen işçi sınıfının ne söylediğine kulak kabartmak, onun sesini işitilir kılmak önemli. Sahip olduğumuz her demokrasi kırıntısını, her mücadele deneyimini bu sınıf sayesinde kazandık. Agoranın sesini düzene sokan da bu sınıf olmuştur hep.
Soma, sezgisi güçlü olanlara, yeraltında ‘uğultuyla büyüyen sessizlik’te ne büyük bir potansiyelin mayalandığını, Agora’daki kakafoninin düzene girebilmesi için neye ihtiyaç olduğunu hissettirdi.
Penceresini agoraya kapatmış, sezgisi güçlü olmayan boş fiyakaya ise diyecek bir şey yok.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa